Aydın Cıngı – Dünyada Trump Sonrası Siyasal Ortam

Donald Trump, ABD başkanlık seçimini, kendisi bir türlü kabul etmek istemese de kaybetti. Seçime katılım, ABD tarihinin en yüksek katılımı oldu ve Trump, seçimin galibi Joe Biden’dan -ülke genelinde- 6 milyon kadar az oy aldı. Ancak Trump’ın aldığı oy sayısı hiç de azımsanacak miktarda değil: 73 milyon. Bu çok yüksek oy sayısı iki önemli siyasal gerçeğe işaret ediyor:

Trump’ın temsil ettiği zihniyetin; bir başka deyişle radikal sağ popülizmin halen -ABD’de de- çok taraftarının bulunduğu; ama radikal sağ popülizmin, hiç de –sanıldığı gibi- yenilmez olmadığı gerçeği.

Trump seçim sonucundan mutsuz. Ne var ki, onun karşıtlarının büyük çoğunluğu da Trımp’ın bu seçimde yine de tam diledikleri ölçüde ezilmemiş olmasından mutsuz. Unutmayalım ki, bu seçimde Trump için oy veren seçmen sayısı, 2016’ya yani dört yıl öncesine kıyasla yaklaşık on milyon kadar fazla. Aslında ülkede tam bir kutuplaşma oluştuğundan bu seçimde, her zaman olduğundan çok daha fazla sayıda seçmen kendi adayının seçilmesi için oy verdi. Sonuçta Trump karşıtlarının sayısı, taraftarlarının sayısından daha çok oldu. Ancak Trump gibi birinin bu kadar çok taraftar toplayabilmesi, gözden kaçırılmaması gereken bir sorun.

Seçim sonucunun ABD için anlamı

Trump’ın, Amerikalı demokratlar bakımından bir tür karabasan gibi geçen başkanlık dönemi sonunda düzenlenen seçimin gösterdiği birincil önemdeki sonuç, ABD’nin anayasasının ve kurumsal yapısının ne kadar kırılgan olduğunun gözler önüne serilmesidir. Eğer Trump’ın örneğin Georgia eyaleti valisi gibi yetkililere yaptığı baskılar ve diğer meşruiyet dışı çabalar sonuç verseydi; yani seçim sonucu Yüksek Mahkeme’ye götürülüp orada da kendi atadığı yargıçlar sayesinde değişebilseydi, iki yüzyıllık ABD demokrasisi tümüyle tahribe uğramış olurdu.

Burada esas ürkütücü olan, yenilgiyi hazmedemeyen bir otokratın debelenmelerinden çok, ülkenin en eski büyük partisi olan Cumhuriyetçi Parti’nin temsilci ve senatörlerinin önemli bir kesiminin bu inkar sürecine destek vermiş olmaları ve Cumhuriyetçi seçmenlerin yarıdan fazlasının –Trump’ın temelsiz iddialarına kanarak- bugün bile seçime hile karıştırıldığı yolundaki ısrarlarıdır.

Öte yandan seçimden sonra Savunma Bakanı Esper’in azledilmesi, bu bakanın, Trump’ın federal muhafızları demokrat eğilimli kentlere gönderme niyetine karşı çıkmış bulunmasıdır. Bir iç savaşa dahi yol açabilecek bu türden bir girişimin, iktidarını yitirmemek için direnen bir megaloman tarafından akla getirilmiş olması dahi korkutucudur.

Trump’ın bu ölçüde yandaş bulmasından kaynaklanan ikinci önemli sorun da, bu kişinin -daha kampanya sürecinden başlayarak- bir kesim Amerikalının en ilkel güdülerini harekete geçirerek oy toplayabilmede sağladığı görece başarıdır. Örneğin Trump, Meksikalı göçmenleri toptan “tecavüzcü” olarak nitelemekle vatandaşlarının en ilkel ırkçı eğilimlerini ayağa kaldırmıştır. Ülkesinin sınırlarını bazı Müslüman ülke yurttaşlarına toptan kapatmış ve çoğunluk buna sessiz kalmıştır.

Pekala ne olmuştur da dağlaşmış bir ego sahibi popülist Trump, üstelik de sessiz ve sakin bir aday olan Biden tarafından, hayatta en korktuğu konuma, “kaybeden – looser” pozisyonuna itilebilmiştir? Biden, seçimi kazanmak için onun gibi popülist taktiklere asla başvurmamıştır. Irkçı, göçmen karşıtı, uç milliyetçi, aşırı muhafazakar alanlarda onunla yarışmaktan kaçınmıştır. Biden sadece daha dengeli bir başkan isteyen, olumlu bir siyasal değişime yönelen, aşırılıktan kaçınıp ılımlılık talep eden yurttaşları bir araya getiren bir seçmen koalisyonu oluşturmuştur. Bundan, popülist otokratların at koşturduğu kimi Avrupalı ülkelerdeki demokrasi güçlerinin çıkaracakları önemli bir ders bulunduğunu da bu arada belirtmeden geçmeyelim.

Seçim sonucunun dış dünyada etkileri

Trump’ın seçimi kaybetmesi, onun dört yıldır izlediği politikaların “dünya gözünde” de kaçınılmaz biçimde kredi yitirmesi anlamına gelecektir. Bunlar, anımsayalım; “’Önce Amerika’ sloganı ile uygulanan ekonomik korumacılık, çok taraflı ilişkilerin reddi ile uluslararası sözleşmelere ve de bunların üreticisi olan Birleşmiş Milletler, NATO vb kurumlara itibar edilmemesi, dünyanın ‘afet’ saydığı iklim değişikliği ve korona pandemisi gibi sorunları önemsememe” türünden ana başlıklar altında anılacak maddelerdir. Tutarsız twit politikasını ve istatistiklere göre günde ortalama 15 yalanı ayrıntı olarak bir yana bırakıyoruz.

Seçilemeyen başkanın gidişi, en çok da onun desteklediği ve onu örnek alan lider ve politikacıları etkileyecektir. Esasen seçilen başkanı kutlama sırasına –veya onu kutlamada gecikenlere- bakmak bu konuda bir fikir verecek niteliktedir. Biden, seçildikten sonra, dünya liderlerinin çoğunluğu tarafından hemen kutlandı. Onu kutlamaya bir türlü eli varmayanlar, Brezilya’nın radikal sağcı popülist başkanı Bolsonaro ile Trump’ı en azından 2016 seçiminde desteklemiş olduğu söz konusu edilen Rus otokrat Putin oldu.

Öte yandan, ABD ile ülkesi arasındaki sorun yumağı dünyayı yıllardır meşgul eden Çin lideri Xi Jinping de gecikenler arasında. Erdoğan da kutlama mesajını bir hayli gecikerek gönderdi. Onun sorunlarının, hem “seçilemeyen” ABD başkanının siyasal yönelimine ilişkin olduğu hem de onunla arasındaki kişisel ilişkilerden kaynaklandığı ileri sürülmekte. Diğer patentli popülist otokratlardan Hindistan Başbakanı Modi ve Filipinler’in egemeni Duterte yeni yönetime de görece kolay uyum sağlamaya aday liderler arasında.

Avrupalı Trump bağımlılarının durumu

Bu bağlamda artık bir dizi popülist politikacı, “dünyanın patronu” saydıkları bir ülkenin yönetim biçiminden kendileri için meşruiyet üretemeyecektir. Örneğin Fransa’da Ulusal Birlik (eski adıyla Ulusal Cephe) Atlantik ötesini örnek alıp -“Önce Fransız halkı” sloganıyla- üyesi olduğu Avrupa Birliği (AB) içinde korumacılığa, ekonomik ulusalcılığa yönelemeyecektir. Trump’ın yabancı düşmanı söylemi, Alman radikal sağcılarının partisi AfD için dünyanın “en büyük” ülkesinde uygulanmakta bulunan bir örnek olarak ele alınamayacaktır.

Bazı Avrupa hükümetleri zaten, İslamofobik uygulamalar için, Trump’ın 2016’da seçilmesini beklememişlerdi. Ancak bunların, -İtalyanlar ve Macarlar gibi- ülkelerine sığınan Müslüman mültecileri dikenli tellerle çevrili kamplarda enterne etme yolunda Trump’ın Meksika sınırına duvar örme, Latin Amerika’dan gelen çocukları anne-babalarından ayırma, onları hukuksuz biçimde geldikleri yerlere yollama, Müslüman çoğunluklu ülkelerin göçmenlerine kötü muamele etme gibi yöntemlerinden cesaret almadıkları söylenemez. Nitekim İtalya’nın radikal sağ partisi “Lig”in önderi ve 2019 yılına değin ülkesinin İçişleri Bakanlığını yapmış olan Matteo Salvini, Akdeniz’deki sığınmacı dolu botların İtalyan limanlarına yanaşmasını engellerken, kendini “İtalya’nın Trump’ı” ilan etmişti.

Tekil örnekler verilecek olursa; Trump sonrasında özellikle Orban ve Kaczynski gibi popülist politikacılar, bir yandan ülkeleri içinde uluslararası kaynaklı meşruiyet zeminini yitirirken bir yandan da tutumları için uluslararası düzlemde daha yüksek maliyet ödemek zorunda kalacaklarını göreceklerdir. Gerçekten de Trump ABD’si, AB içinde demokrasinin tahribine yönelen Macaristan ve Polonya için çok önemli bir ”örnek” ve “müttefik” olmuştu. Şimdi Macaristan yönetimi yargıya baskı yaparken, Polonya hükümeti de “göçmen” politikasında AB’ye meydan okurken daha dikkatli davranacaktır. Hele bu sonuncusu, artık güçlü komşusu Rusya’ya karşı kalkan olacak bir Trump’ın eksikliğini mutlaka hissedecektir.

Trump’ın keskin bir Brexit yanlısı olduğu ve Büyük Britanya Başbakanı Johnson’ı AB ile iplerini koparması yolunda teşvik ettiği biliniyor. AB’den kopması karşılığında bu ülkeye -çok sevdiği türden- ikili ticari anlaşmalar önerdiği de tüm gözlemcilerin malumu. Oysa Biden pek de Brexit’ten ve uluslararası kurumları devre dışı bırakan ikili anlaşmalardan yana bir siyasal tavır içinde değil.

Özetle, yeni dönemde dünyanın ulusalcılarının durumu zayıflarken küreselci ve çevreci anlayışlar güçlenecek. Bu bağlamda Biden’ın, iklim değişikliğini engellemeye/dünyanın sıcaklığını sınırlamaya yönelik Paris Anlaşması’na ABD’yi yeniden dahil edeceği biliniyor.

Biden çok deneyimli bir politikacı. İkiye bölünmüş ABD’yi birleştirmeyi, popülist kutuplaştırma politikalarıyla sakatlanmış Amerikan ruhunu ve ülkesinin dünyayla ilişkilerini onarmayı vaat ediyor. Neyi ne ölçülerde yapabileceğini bilemiyoruz. Ancak şurası kesin: ABD önümüzdeki dört yılda, geride kalan dört yılda olduğu kadar öngörülemez olmayacak ve dünyaya görece daha az sorun yaratacak.

*Aydın CINGI
Araştırmacı
acingisdv@gmail.com