Aydın Cıngı – Dış Politika ve Batı ile İlişkiler Açısından CHP

aydin cingi as

Yıllarca CHP, “devlet” demekti. CHP, tek parti döneminde dış politikayı, ülkenin en seçkin bürokrasisi eliyle ve “yurtta barış dünyada barış” anlayışı çerçevesinde yürütmüştür. Daha sonra iktidarda bulunduğu kısa dönemlerde ve muhalefette de ciddi devlet geleneğine dayalı, çağdaş değerlere dönük, dengeli ama “Batı müttefiki” kimliğiyle geliştirilen bir dış politika yanlısı olmuştur.

CHP’nin geleneksel ve dengeli dış politika yaklaşımları hem Batılı müttefiklerimiz hem de gelişmekte olan ülkeler tarafından genellikle hep kabul görmüştür. Ancak CHP, son 10-15 yıldır, özellikle Avrupa’da ve de sosyal demokrat kardeş partileri nezdinde ciddi bir anlayışsızlıkla karşılaştı. Bu anlaşmazlığın kaynağını, aslında –Avrupalıların belirli alanlardaki dar bakışlılıklarında olduğu kadar- CHP’nin de köken ve yapısında aramak gereklidir.

CHP’nin kökeni ve özellikleri

Sosyal demokrasi salt bir Batı Avrupa ürünüdür. 19.yüzyılda doğup 20.yüzyılda palazlanmış olan emekçi hareketinden kaynaklanmıştır. Türkiye’de sosyal demokrasiyi temsil eden CHP ise emek kökenli değildir. CHP, Avrupa’daki sol partiler gibi adaletsiz kurulu düzeni yıkma odaklı olmamıştır. Tersine, işgale uğrayan bir ülkede kurtuluş savaşı vermiş olan kadrolarca kurulmuş ve yıkılmış bir imparatorluk üzerinde kendi düzenini inşa etmiştir. Üstlendiği işlevler de onun genetik kodunu oluşturmuş ve ona birtakım refleksler yüklemiştir. Bunlardan belli başlı olanlar şöyle sıralanabilir:

– Cumhuriyetin kuruculuğu, eserine yani Cumhuriyet’e dönük koruma refleksi ve uzun dönemde muhafazarlık potansiyeli içermiştir;

– Ulus-devletin oluşturuculuğu, CHP kadrolarını geleneksel olarak “önce devlet” anlayışı ile donatmış ve “bölünmez bütünlükçülük” kaygısını öne çıkarıp partiyi azınlık taleplerine karşı duyarsız kılmıştır;

– Anadolu Devrimi’nin öncüsü “aydınlanmacı” CHP’nin, başta devriminin değerlerine ve bu arada laiklik ilkesine titizlikle bağlı kalması kuşkusuz ki olumlu, ama onu, yurttaşın günlük sorunlarının hep ötesinde politika yapmaya yönelten bir etken olmuştur;

– CHP dış politikasının Batı’ya dönük ve çağdaşlaşmacı yaklaşımları, partinin geleneksel değerlerden kopuk gibi değerlendirilmesine yol açmıştır;

– Batı’ya karşı verilmiş bir kurtuluş savaşından kaynaklanmış olmasının getirdiği “antiemperyalist” kimlik, “Batı değerlerine dönük” olarak tanımlanan CHP’yi bir yandan da aynı Batı’ya kuşkuyla bakmaya yöneltmiştir.

Bütününü Kemalizm diye de niteleyebileceğimiz bu siyasal yönelimler, doğal olarak dış politikaya ve özellikle Batı ile ilişkilere yansımıştır.

AKP iktidarı ve Batı’nın CHP’ye bakışı

Batı ve Batı solu -2000’lere değin- modernleşmeci, Batı değerlerine yatkın ve AB’ye dönük bir parti olarak gördüğü CHP’ye olumlu yaklaşım sergiledi. 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesinden sonra bu partinin AB üyeliğine heyecanlı talebi ve demokrasi paketlerinin ardı ardına açılması Avrupa’nın dikkatini çekti. AKP’nin hangi gizli gündemle AB’ye yaklaştığını, sonra hangi düş kırıklıklarıyla AB’den uzaklaştığını biliyoruz. Ayrıca demokratikleşme paketleri AKP iktidara gelmeden önce –Ecevit önderliğindeki koalisyon hükümeti döneminde- açılmaya başlamıştı. Ayrıca, AKP iktidarında atılan demokratikleştirici adımlar CHP tarafından da desteklenmişti. Ancak bütün bu olgular, Avrupa’nın, “köktendinci” diye düşündüğü bir partinin “aslında demokrat” olduğuna inanarak adeta büyülenmesiyle arada kaynayıp gitti. Sonuçta Avrupa, CHP’yi -AKP’ye kıyasla- çok daha ulusçu, tutucu, Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı hoyrat ve AB’ye karşı daha az dost gibi görmeye başladı.

AKP’nin yoğun propagandasının da etkisiyle Kemalizm, Avrupa’da, düşman ideoloji gibi görülür oldu. Batı, sağı ve soluyla, Türkiye’deki “esas” müttefikinin AKP olduğunu sanmaya ve Anadolu’da o zamana değin kendine yakın siyasal akımın temsilcisi gibi gördüğü CHP’nin esas dostu olmadığını düşünmeye başladı. Yüzyıllık paradigma değişti ve Batı bu “yeni keşfiyle” büyülenir oldu. Esasen o zamandan sonra da Türkiye’nin gerçeğini Batılılara anlatmak neredeyse olanaksızlaştı.

Artık Batı solcusu için dahi Türkiye’de siyasal mücadele, “otoriter laikler ile demokrat Müslümanlar” arasında cereyan ediyordu. Onlara göre “CHP darbeci, tutucu, baskıcı devletle özdeş oysa AKP değişimci, reformist, bireysel özgürlüklere bağlı” oluverdi. Özetle gerçek tepetakla edildi. Bu evrede rol oynayan üç önemli faktörü dikkate almak zorunludur:

– Türkiye’de liberal diye bilinen ve Batı ile yakın ilişkiler kurabilmiş bir kesimin desteği, “İslamcı” bilinen AKP’ye Batı gözünde demokratik meşruiyet sağlamıştır;

– CHP’nin, kimi zaman salt muhalefet olsun diye ama temelde kökenindeki antiemperyalist kuşkuculuktan, ulusçu ve ulus-devletçi yapısından ötürü takındığı bazı tutumlar, onu Batı gözünde, otoriter devletle özdeş göstermiştir. Bunlar arasında, Kürt ve Ermeni sorunlarına ilişkin tavrı ve 301. madde ile vedalaşma konusundaki tereddüdü en başta sayılabilecek tutumlardır.

– Öte yandan Batı’nın, her toplumu mutlaka kendi referans çerçevesine indirgeyerek irdeleyip yargılama alışkanlığı da, CHP ve AKP konusunda edindiği yanlış algıda rol oynamıştır. Bu konuyu biraz ayrıntılı açıklamak uygun olur.

Bilindiği üzere Batı, kendi ürünü olan sosyal demokrasinin temel/evrensel değerlerini bizzat oluşturmuştur. Bu değerler arasında ulusçuluk yoktur. Oysa unutmamalıdır ki, her toplumun kendine göre bir sosyal demokrasisi olagelmiştir. Her toplumun solu/sosyal demokrasisi; “eşitlikçilik, özgürlükçülük, dayanışmacılık, barışçılık, …” gibi evrensel ilkeler dışında kendine özgü bazı farklı duyarlılıklar taşıyabilir. Kuşkusuz ki, uç ulusçuluk sol ile bağdaşmaz, ama Türkiye solu/sosyal demokrasisi pekala belirli bir ulusçuluk dozu içerebilir. Nitekim Alman solunun en köklü partisi SPD’nin değerleri arasında Hıristiyanlık da sayılır. Güney Amerika solunun köklerinin de önemli ölçüde “Kilise”ye dayandığı bilinir. Bu çerçevede Alman sosyal demokratlarına ya da Latin Amerika solcularına “din sol ile bağdaşır mı?” sorusunu sormak kimsenin aklına gelmez. Bu nedenle, Türkiye sosyal demokratlarının modernleşmeci ve ılımlı ulusçuluğundan, 2000’lerden itibaren nem kapan Batılı kardeş partiler CHP’ye haksızlık etmişlerdir.

Öte yandan, muhafazakar partiler Batı’da da dinsel değerlere önem verir. AKP’yi de muhafazakar bir Hıristiyan Demokrat parti tipi Müslüman Demokrat parti sandılar. Oysa beş yüzyıl önce reformdan geçmiş ve “totaliter” anlayışını terk etmiş bir Hıristiyanlığın aydınlanma sürecini tamamlamış Batı toplumları bünyesindeki etkileri ile bunların tam tersi bağlamdaki siyasal İslamcılık arasında benzerlik kurmak olacak şey değildi. Bu da, Batı’nın AKP’ye ve Türkiye siyasetine ilişkin bir başka yanılgısı oldu.
Dünyanın CHP’yi doğru algılayıp anlaması önemlidir

Sonuçta on küsur yıldır CHP, en doğal destekçisi olması gereken Batı dünyasınca ve hatta Batılı solcularca kösteklendi; Batı karşıtı AKP ise sürekli desteklendi. Gerçi bizler bu dönemde gerçeğin doğru algılanması için epey uğraş verdik. Başbakan’ın “Biz Batı’dan ilim almadık, ahlaksızlık ithal ettik” türünden sözlerini Batılı dostlara naklediyorduk; ama bunların birikmesi ve eylemle desteklenmesi gerekiyordu. Bu konuda şahsen kuşkucu yabancı muhataplarıma sürekli olarak söylediğim, “bekleyin, göreceksiniz” idi. Çünkü Erdoğan’ın doğasına güveniyor ve gün gelip antidemokratik ve köktenci özünü tüm dünyaya göstereceğine inanıyordum.

Artık herkes her şeyi görüyor. Batı da, içeride laiklikten sapmış bir AKP’nin dış politikada da Suriye’ye ve her konuya din ve mezhep ekseninde yaklaştığını saptıyor. AKP’li kitleler, Mısır’da Mursi demokratik yollardan seçilmiş olduğu için ve de demokrasinin gereğinin yerine gelmesi için iktidarının iade edilmesi talebiyle yaptıkları yürüyüşte “kahrolsun demokrasi” yazılı kocaman afiş taşıyorlar. Çünkü hem bilinçsizler hem de talepleri demokrasi değil. AKP’nin derdi, Mısır’da İslamcı –ve Şeriat düzenini egemen kılma talebine sahip- bir yönetimin hüküm sürmesi; hatta mümkünse Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da da… Ve de demokrasi bir Batı/Hıristiyan ürünü olduğu için ondan nefret ediyorlar; çünkü onların genetik kodları Batı/Hıristiyan karşıtlığı içeriyor! Nitekim Başbakan, yazılı metne bağlı kalmadığı bir anda Çanakkale Savaşı’nın Haçlılar’a karşı verildiğini öne sürüyor; çünkü onun da dünyaya bakışına yön veren, “Müslüman-Hıristiyan karşıtlığı”!

Gerçek küreselleşme, -yalnızca sermayenin ışık hızıyla sınırsız akışının ötesinde- 21.yüzyıldan itibaren başlamıştır. Değerlerin, zihinlerin ve vicdanların küreselleşme süreci, artık AKP gibi gerici güçler aleyhine, ilerici ve demokrat güçler lehine işliyor. Nitekim CNN International’de Gazeteci Amanpour Gezi’deki devlet vahşetini bütün çıplaklığıyla tüm dünyanın gözleri önüne seriyor. Arjantinli gençler Tayyip Bey’e taşıdıkları pankartlarla Gezi sürecinde öldürülmüş gençlerin hesabını soruyor. AKP’nin elinden, onlara kızıp öfkelenmekten başka bir şey gelmiyor.

CHP de artık AKP’den yakınma aşamasından kendi konseptlerini açıklama aşamasına geçti. Hele son Irak ve Mısır gezileri ile tam bir ciddi, dünyayı kavramış ve vatansever muhalefet örneği verdi. Bu politika anlayışı sürdüğü takdirde, dünya CHP’yi; davranışı öngörülebilir, güvenilir, barışçı ve sorun çözücü bir potansiyel iktidar olarak algılayacak. Bunun tersine, bölgesinde sorun yaratan AKP, doğal olarak, buna da kızıyor. Çünkü gerçekler anlaşılınca kendi sığlığı ve saplantılı tutumu meydana çıkacak. AKP iktidarının ve Başbakan’ın dünyaya maliyetinin ne kadar yüksek olduğu gözler önüne serilecek; CHP’nin, seçenek olarak, değeri artacak.

*Aydın Cıngı, Siyaset Bilimci,
acingisdv@gmail.com

Bir cevap yazın