Kültür ve sanat, toplumsal değerlerin, kimliğin, sembollerin taşıyıcısı olması bakımından ve -ayrıca önemi son yıllarda anlaşılan- ekonomik katma değer potansiyeli dolayısıyla dünyanın birçok bölgesinde uluslararası, ulusal ve yerel düzeylerde önemli bir politika meselesi olarak görülüyor. Türkiye’de de, hem hükümetin hem de ana muhalefetin yazılı belgeleri incelendiğinde, her iki tarafın da bu alanda politika üretmenin gerekliliğini göz ardı etmedikleri söylenebilir. Fakat bir yanda hükümetin yazılı kültür politikalarıyla çelişen eylem ve söylemleri, diğer yanda bu eylem ve söylemlere karşı sağlam eleştiriler ve projeler üretmesini beklediğimiz ana muhalefetin uygulamadaki eksiklikleri, Türkiye’de kültür politikası açısından aslında pek de ileri bir noktada olmadığımızın göstergesi.
AKP’nin kültür konsepti
AKP iktidarı süresince kültür politikası anlamında atılan en temel adım Avrupa Konseyi Ulusal Kültür Politikaları Gözden Geçirme Programı’na dahil olunarak Türkiye’nin ilk yazılı kültür politikası raporunun oluşturulmasıydı. Bu ilk bakışta olumlu gibi görünen adımın aksayan birçok noktası var. Öncelikle, rapor oluşturulurken kültür profesyonellerinin, sanatçıların, akademisyenlerin görüşlerine neredeyse hiç başvurulmadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü’nden akademisyenlerin özel çabalarıyla, bu üniversitede geniş katılımlı bir yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirmişti; ancak bu toplantının çıktıları politika metninin son haline yansımadı. İkincisi; bu raporu, kültür alanına yönelik bir yol haritası çizen, dünyadaki güncel paradigmaları dikkate alarak strateji belirleyen bir politika metninden ziyade, hükümetin o güne kadar yaptıklarını özetleyen bir faaliyet raporu olarak nitelemek daha doğru olur.
AKP’nin göreve gelir gelmez Kültür ve Turizm bakanlıklarını tek çatı altında birleştirmesi, kültür alanının turizmin yanında üvey evlat muamelesi görmesi sonucunu doğuran bir gelişme oldu. Bununla bağlantılı olarak, 2002’den bu yana göreve gelen Kültür Bakanlarının söylemleri de kültür endüstrileri, sanata erişim, kültürel çeşitlilik, yaratıcı şehir, kültür odaklı kalkınma gibi kültür politikasının dünyadaki temel meselelerini pek içermiyor. Kültür -özellikle de taşınmaz kültür varlıklarına odaklanılarak- daha ziyade turizm yoluyla ülkeye çekilebilecek sıcak paranın bir “aracı” olarak görülüyor. Kültürün temel görevinin Türkiye’nin tanıtımı olduğu, 5 yıllık kalkınma planları dahil ilgili tüm metinlerde de vurgulanıyor. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın merkezi yönetim bütçesinden aldığı payın, 2000’ler öncesi Türkiye’siyle ve Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok düşük olduğunun da altını çizmek gerek.
İlk bakışta olumlu gibi görünen gelişmelerden bir diğeri ise Nisan 2016’da dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan Kültürel Kalkınma Planı idi. Söz konusu plan, kültür sanat alanına dair amaç ve hedefler ortaya koyması bakımından Ulusal Kültür Politikası metnine kıyasla daha doğru hazırlanmış bir metindi. Fakat planın o gün bugündür uygulamada neredeyse hiç karşılık bulmamış olması, böyle bir planın hazırlanmış olmasını da anlamsız kılıyor.
İktidarın uygulamaları
Hükümet tarafından bazı kültür sektörlerine aktarılan finansal destekler mevcut. Bu desteklerin detayına baktığımızda hem destek mekanizmalarının aksayan yönleri hem de sektör içi ve sektörler arası adaletsizlikler göze çarpıyor. Örneğin sinema sektörüne sadece yapım desteği veriliyor ve desteklenen filmler dağıtım ve tanıtım aşamalarında kendi hallerine bırakılıyor. Bu durumda söz konusu filmler potansiyel izleyicileriyle buluşamıyor ve toplumun kültürel beğeni yelpazesine bir katkı sağlanamamış oluyor. Bunun yanında -müzik sektöründen yüksek oranlarda rüsum vergisi toplanıyor olmasına rağmen- müzik sektörüne yönelik herhangi bir destekleme mekanizması bulunmuyor. Bir başka adaletsizlik de son dönemlerde muhalif tiyatro gruplarının desteklerinin kesilmiş olması. Sadece yandaş sanatçıların desteklenmesi mantığı, merkezi bütçe dağıtımında olduğu kadar AKP belediyelerinin etkinlik programlarında da kendini gösteriyor. AKP belediyelerinin çalışanları bile sürekli belli isimlerin konserlerine çağırılmaktan artık sıkıldıklarını dile getiriyorlar!
AKP’nin kültür alanına yönelik son icraatı, 27 yılın ardından ilk kez düzenlenen 3. Milli Kültür Şurası. Mart 2017’de gerçekleşen şurada kültür politikası, kültürel diplomasi, kültür ekonomisi gibi birçok başlıkta farklı komisyonlar toplandı ve bu komisyonların 2-3 günlük çalışmalarının sonuçları kapsamlı bir kitapta yayınlandı. Kültür sanat sektörü adına olumlu sayılabilecek komisyon kararlarının uygulanıp uygulanmayacağını zaman gösterecek. Fakat birçok akademisyen ve sektör temsilcisinin, bu toplantıyı kültür alanında başarısız olduğunu kendi ağzıyla itiraf eden bir hükümetin göz boyama çabası olarak değerlendirdiğine bakılırsa, kararların uygulanması yönünde fazla umut beslememek gerek.
Başlangıçta olumluymuş gibi görünen ama aslında “mış gibi” yapmaktan öte olmayan tüm bu gelişmelerin yanında son 15 yıldır sanat alanında uygulanan yüzlerce baskı ve adaletsizlikten de bahsetmeye kalksak bu yazıya sığamayacak kadar çok örnek sayabiliriz.[1] Burada sadece şunu belirtmek istiyorum: Baskıcı ve adil olmayan liderler/yönetimler/söylemler/eylemler, kültür politikasının temelinde bulunması gereken “sanat ve sanatçı için özgür bir ortamın sağlanması” prensibiyle taban tabana zıttır ve böyle bir ülkede ne sanat ne de toplum gelişebilir.
Ya ana muhalefet?
Gelelim ana muhalefet partisi CHP’ye! Hem cumhuriyetin kuruluş yıllarına dayanan kültür politikası geleneğine sahip çıkma sorumluluğu hem de iktidar partisi karşısında sağlam bir güç oluşturma gerekliliği bakımından, CHP’nin doğru ve sağlam bir kültür sanat politikasına sahip olması ve bu politikayı uygulamaya taşıması şart! Ana muhalefet partisinin bu bağlamda halen ne durumda olduğunu değerlendirmek, eksiklerini tespit ederek daha iyisi için önerilerde bulunmak açısından önem arz ediyor.
CHP’nin 2015 seçim bildirgesinde kültür sanata ayırdığı bölüm, partinin yazılı kültür politikası olarak kabul edilebilir. Bu metnin en olumlu tarafı, kültür yöneticilerinin, sanatçıların ve bu alanda çalışan akademisyenlerin görüşleri dikkate alınarak hazırlanmış, dolayısıyla kültür sanat alanının temel konularını ana hatlarıyla kapsayan ve doğru stratejilere işaret eden bir belge olması. Fakat temel prensipleri bir politika metniyle ortaya koymanın yanı sıra, CHP bu prensipleri kararlılıkla uygulamaya başlamalı. Oysa bu konuda son derece zayıf kalınıyor. Söz konusu metindeki bazı maddelerin uygulanabilmesi için iktidar olmak gerektiği bir gerçek. Örneğin Kültür Bakanlığı’nın turizmden ayrı bir bakanlık haline getirilmesi, sanatçı haklarıyla ilgili gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, temel eğitim müfredatında kültür sanatın rolünün artırılması gibi değişiklikler ancak iktidar olunduktan sonra gerçekleştirilebilir. Ancak metinde öyle maddeler var ki, somut adımlar atılması için iktidar olmayı beklemeye hiç de gerek yok. Özellikle de CHP gibi birçok il ve ilçe belediyesini elinde bulunduran bir parti bu belgeyi referans alarak yerel düzeyde birçok proje üretebilir ve uygulayabilir.
Uygulamadaki eksikliklerin temel sebeplerinden bir tanesi hem genel merkez hem de il ve ilçelerdeki kadro yetersizliği. Örneğin, eskiden mevcut olan Merkez Yürütme Kurulu’nda Kültür Sanattan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı pozisyonu artık kaldırıldı. Ayrıca, eskiden ismi Kültür Sanat Platformu olan ve ilgili Genel Başkan Yardımcısı tarafından yönetilen platformun adı Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu olarak değiştirildi ve isminden de anlaşılacağı gibi daha geniş bir alanda faaliyet gösterir hale geldi. Dolayısıyla kültür ve sanatın platform çalışmalarındaki yeri azaldı. Bunların yanı sıra, CHP milletvekilleri arasında ve parti meclisi içinde kültür sanat alanında uzmanlığı olan ve/veya ana odağı kültür sanat politikalarının yapımı ve uygulanması olan temsilciler de ne yazık ki bulunmuyor. Kültür sanatla ilgili bir çalışma yapılması gerektiğinde, “daha önemli” görevlerinin yanında kültür sanatın ucundan tutan ve asıl uzmanlığı kültür sanat olmayan birkaç yetkilinin bu çalışmayı yürütmesi bekleniyor. Böyle bir yaklaşımın neticesinde, bu tip çalışmalardan alınan sonuçlar yetersiz oluyor.
Bu noktada yeni bir gelişmeden de söz etmek gerek. 18 Ekim’de İstanbul’da gerçekleşen CHP Aydınlar Buluşması’nda platform başkanı Prof. Dr. Onur Bilge Kula ve İstanbul İl Başkan Yardımcısı Gülizar Emecan, yaptıkları konuşmalar sırasında Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu’nun bundan sonra İstanbul’da da bir ayağı olacağını belirttiler; kültür sanatın da içinde bulunduğu alt platformlarda daha detaylı çalışmalara imza atılacağının sinyallerini verdiler. Fakat eğer çalışma gruplarının başında bu işin uzmanları yer almaz ve kültür sanat sektör temsilcilerinin sistematik katılımı sağlanmazsa yine başarılı sonuçlar alınamayacaktır.
Özetle, Türkiye’nin çağdaş, laik, demokratik yüzünü temsil eden CHP’ye yakışan, kültür sanat politikaları konusunda öncü olmaktır. Bunun için atılması gereken ilk adım, parti yönetim kadroları belirlenirken tıpkı ekonomi, dış siyaset, hukuk gibi konularda olduğu gibi kültür sanat alanında da akademik ve sektörel uzmanlığı olan kişilerin bu kadrolara dahil edilmesi ve kültür politikasına dair süreçlerin bu uzman ellere teslim edilmesidir. Çünkü kültür, hem ekonomik ve sosyal kalkınmadaki rolü, hem de taşıdığı içsel değer ve birleştirici gücü bakımından ciddiyetle yaklaşılması, bir politika meselesi olarak geri plana atılmaması gereken bir alan. CHP önce yerel seçimlerde sonra genel seçimlerde başarı elde etmek istiyorsa kültür sanatın bu çok boyutlu etkisini dikkate almak ve bu doğrultuda adımlar atmak zorunda.
[1] Baskı ve adaletsizliklere dair örnekler için Tuluhan Tekelioğlu’nun “Üvey Evlat” isimli kitabına başvurulabilir.
*Funda LENA
Dr., Öğretim Görevlisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü
fundalena@yahoo.com