coronavirus-millennials-downplay-cases-risk-france

Ahmet ÖZER – Korona Sonrası Dünya Nasıl Olacak?

Giriş

Bir yandan insanlık bu virüs musibetini defetmeye çalışırken, öte tarafta “Korona sonrası bizi nasıl bir dünyanın beklediğini sorguluyor. Her büyük olaydan sonra yeni arayışların ve değişimlerin olması hem kaçınılmaz, hem de doğal. Ancak unutmamak gerekir ki; bir değişim ancak onu isteyenlerin gücü oranında gerçekleşebilir. Burada asıl soru şudur: Bu değişimi dünya üzerindeki halklar ve topluluklar mı istiyor yoksa dünyayı kendilerine göre yönetmek isteyen güçler mi?

Dünya düzeyinde değişim beklentisi ilk değil. Geçmişte bazı örnekler yaşadık: 1490 da denizaşırı işgaller ve ilk kolonyalist yapılar bir çeşit küresel yayılmadır. 1890’da kapitalizmin içine düştüğü buhranı; (1) hammadde ihtiyacı (2) sermaye karlılığı (3) yeni pazar ihtiyacı (4) fazla nüfusu akıtmak için gerçekleştirdiği emperyalist yayılma ikinci küresel çaplı yayılmadır. Üçüncüsü de günümüzde sınırların ekonomik açıdan büsbütün kalktığı küreselleşmedir.

Peki, küreselleşme dediğimiz yenidünya düzeni dünyaya nasıl dayatıldı ve yayıldı? 1970’lerde çokuluslu şirketler ortaya çıktı. 1980’lerde uzayda iletişim devrimi gerçekleşti ve

1990’larda SSCB’nin dağılmasıyla dünya tek kutuplu olmaya zorlandı. ABD de bu kutubun başı benim dedi.

Nitekim bu süreci organize edip, krize giren kapitalizm ve aşılması gereken ya da isim değiştirmesi gereken emperyalizm yerine yeni bir neoliberal düzenin önünü açtı. Öyle ki bundan sonra dünyada askeri, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel birçok değişiklik yaşandı. Bir diğer önemli örnek de 11 Eylül Saldırısı sonrası yaşanan, günümüze ve coğrafyamıza etkileri sirayet eden ve hala devam eden gelişmelerdir. ABD’deki dönemin yönetenleri olan petrolcü, silah tüccarı neocon’lar- neo conservative yani teni muhafazakarlar- dünyaya yeni bir nizam vermek için bu saldırıyı bir fırsat ya da bahane olarak kullandılar. Önce Afganistan’a saldırdılar, ardından Irak’ı işgal etiller. Sonrası Turuncu Devrimler ve Arap Baharı ile devam etti. İş gelip Suriye ve İran’a dayandı ve bu süreç halen de tamamlanmış değil.

Ancak pek tabi evdeki hesap her zaman çarşıya uymayabiliyor. Tek kutuplu dünya senaryosu işlemedi. Çin ve Rusya, Hindistan gibi küresel veya bölgesel kutuplar oluştu. Böylece, daha istenen düzen oluşmamışken güç, batıdan doğuya kaymaya başladı. İşte tam bu noktada Korona denilen COVID-19 salgını baş gösterdi.

Bu salgın bize ne gösterdi? Sonrasında neye yol açacak? 

Bu soru elbette ki hemen herkes için merak uyandırıyor: Bundan sonra ne olacak? Şimdiden ortaya çıkan bazı olguları kısaca tespit edecek olursak, kısaca şunları söyleyebiliriz sanırım. Dünya son derece etkili, yaygın ve hızla yayılan bir pandemi (salgın) ile karşı karşıya kaldı. Salgın hemen hemen dünyanın bütün bölgelerini etkiledi, bütün ülkelere sirayet etti. Pandemi, büyük bir paniğe, korkuya ve çaresizliğe yol açtı. Küresel olmasına karşın ulus üstü kurumlar ve büyük güçler küresel çözüm ve dayanışma gösteremediler. Bu nedenle önlemler yerel kaldı. Pandemi neticesinde otuz milyonu aşkın insan hasta olurken bir milyonu aşkın insan ise öldü; hastalık ve ölümlerin dünya genelinde bu rakamların çok üstünde birkaç misline ulaşacağı beklentisi söz konusu.

Ülkemizde de ilk vaka bu virüsün Çin’de ortaya çıkmasından yaklaşık üç ay sonra (11 Mart’a) görülmesine rağmen maalesef yeterli önlemler alınamadı. Şu ana kadar on bine yakın insanımız öldü, üç yüz bini aşkın enfekte kişi tespit edildi. Üstelik toplum bu rakamların da doğru olmadığına inanıyor. Bu rakamların dünyada olduğu gibi bizde de birkaç kat artacağını beklemek gerekir.

Can kayıplarının ötesinde salgın bütün dünyada ekonomiyi; özellikle de ilk etapta istihdamı, ihracatı, ulaşım ve turizm sektörlerini vurdu. Salgın sonrası yoksullaşma, sermayenin el değiştirmesi, kimi firmaların batması bekleniyor.  Ancak ne var ki azdan az gider, çoktan çok misali krizde ekonomik olarak ABD, AB gibi zengin ülkeler daha çok etkilenecek, Afrika gibi yoksul bölgeler ise daha az etkileneceklerdir. En önemlisi Korona sonrası dünya üzerinde yeni bir sistem inşası şu ya da bu biçimde söz konusu olacak. 

Değişim

Yeni bir değişim şu ya da bu biçimde yaşanacak ama bu değişimin hızı, niteliği ve yönü onu isteyenlerin güçleri ve iradeleri oranında gerçekleşebilecektir ancak…Tabii bu değişme bir direnç de olacak. Çünkü insanlar alışkanlıklarını kolay kolay terk etmezler. Devletler de kurulu düzenlerini riske atmak istemezler. Hele bu statükodan nemalanan kurumlar ve onların aktörleri, kendi güçleri oranında -onlara ne getireceği belli olmayan bu değişime-direneceklerdir.

Belirsizlik ürkütücüdür. Bu yüzden bildikleri “azı” bilmedikleri “çok” ile değiştirmek istemezler. Değişim olacak ama direniş de olacak. Fakat bütün bunlara rağmen ister istemez yaşanacak olan değişim üç noktada şekillenecektir: İnsanların yaşam biçimleri, devletlerin yönetim biçimleri ve ekonomik aktörler ve şirketlerin işleyişinde.

Bu değişimlerin hızını ve niteliğini iletişim ve ulaşımdaki yeni değişiklikler ile yapay zeka ve algoritmaların insan yaşamına dahil olma ve yönetimlerde kullanma dereceleri belirleyecektir. Yaşanan gelişmelerden çıkaracağımız birinci sonuç budur.

İkinci nokta ise değişimlerin görünümleri ve yansımalarına ilişkindir. Dünyadaki sermaye son yarım asırda ulusal ve uluslararası şirketler, bir ulusa dahil olmayan ya da olmak istemeyen ulusüstü şirketler ve bütün dünyayı bir aşamada kontrol etmek isteyen küresel şirketler şeklinde örgütlenmişti. Şimdi ulus devlete rakip olan bu dev güçler, bütün dünyayı tamamen ulusların egemenliğinden çıkarıp kendilerinin hükmettikleri bir alana çekebilirler. Böylece gelecekteki dünya ulusların egemenlik alanından ziyade bu ultra küresel firmaların egemenlik alanlarıyla tanımlanabilir! Bu durumda toplumlar ve dünya giderek tek tipleşecek ve küreselleşmenin başlattığı kültürel hegemonya bu süreçle tamamlanacaktır. Nitekim şimdiden bütün dünya, aynı pratikleri ve davranış biçimleri gösteriyor. Evde kal, mesafeyi koru, maske tak gibi… Fakat iş bunlarla da sınırlı değil. 

Eğitimi uzaktan yap, alışverişte paradan uzak dur, sen gitme o sana gelsin, selamını merhabanı değiştir gibi yeni davranış biçimleri de girdi yaşamımıza… Tabii bu durum, hemen bugünden yarına gerçekleşmeyecek belki, ama bu virüs ile farklı bir deneyim süreci yaşandı.

Daha otokratik devletlere doğru mu?

Devlet konusuna gelince, bu konuda bir yol ayırımı, ikili bir durum söz konusu olacaktır. Şöyle bir soru sorulabilir: Bu süreçten sonra devletler daha demokratik mi yoksa daha otokratik mi olacaklar? 

Devletler -ya da şirket gibi yönetilen devletler-, kendileri açısından vatandaşı zapt-u rapt altına alacak, gelişmelere köstek olacaklardır. Gözetleme, kodlama, bir çeşit fişleme olan çipleme gibi unsurlar zamanla gelişecektir. Bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz enseden çipleme yolu ile vatandaşı izleme artık filmlerde kalan bir nostaljiye dönüşecek. Yurttaşa davranışına göre puanlama yapılacak. Makbul vatandaş ya da makbul olmayan vatandaş kategorileri oluşturulacak. Bu noktada insanın aklına Osmanlıdaki milleti hakime ve milleti mahkûme ayrımı geliyor. Sadece bu da değil; oluşturulacak -ve içine çip yerleştirilmiş- bir kimlikle sadece hastalık ya da güvenlik konuları değil, en mahrem durumlar bile izlenebilecek. Aslında benzer bazı uygulamaları yapan bazı ülkeler var zaten. Onlara bir göz atalım. 

Zayıfı kollayan bir liderlik anlayışı

Öncelikle korona sonrası dünyada insanlar her zaman bu denli büyük bir felaketle karşılaşabileceklerini akıllarının bir kenarında tutacak, hatırlayacak ve bunu sonraki kuşaklara aktaracaklardır. Bu da dünyaya ve doğaya karşı daha ölçülü ve dikkatli olmamız için bir uyarı işlevini görür umarım. Bu işin iyi yanı. Ama maalesef aynı şeyi temelinde kontrol etme, güç ve iktidar dürtüleri olan egemenler için söylemek güç. Bu süreçten sonra, devletlerin daha gözetleyici, daha kontrol edici olacağını söyleyebiliriz. Nitekim karşıt cephelerde yer alan ülkeler bile virüsle mücadelede bu bağlamda aynı noktada birleşirken, çok sayıda ülke de işin özüne yönelik tedaviden ziyade, COVID-19’a karşı ilk adım olarak karantina uygulamasına gitti. Ülkeler arası yolculuklar yasaklandı, sınır kapıları kapatıldı, çok sayıda ülke sokağa çıkma yasağı ilan etti. Birçok sektör ekonomik açıdan durma noktasına geldi. Eğitimden başlayarak tüm sosyal etkinlikler durduruldu, spor faaliyetleri ertelendi. Bununla birlikte dünyanın birçok yerinde milyonlarca insanın, zorunlu haller dışında tüm vakitlerini evinde geçirmek zorunda kaldığı bir süreç başladı. Bazı uzmanlar, korona virüsün ilerleyen süreçte küresel çapta kalıcı bir sıkıyönetim durumuna bile sebep olabileceğini düşünürken -en azından gelecekte dünya çapında sıkıyönetimlerin olabileceğini görmüş olduk-, bazıları da dünyayı yeni bir sistemin beklediğini savunuyor.

Her iki durumda da insanlığı bekleyen önemli bir sınav var: Ya sürdürülemez olan bu düzeni hep birlikte değiştireceğiz ya da hep birlikte daha büyük krizlere yelken açacağız. Oysa dünyamız bu kriz ile mücadele edecek zenginliğe, bilgi birikimine sahip. İhtiyacımız olan şey kapsayıcı, onarıcı, basiretli, birleştirici, zayıfı kollayan bir liderlik anlayışı.

Çin’de neler oluyor?

Biz daha demokratik bir toplum beklentimizi sürdürürken bazı ülkeler kontrol toplumunu başlatmış bile. Bunlardan biri virüsün ilk ortaya çıktığı iddia edilen ülke olan Çin.  Çin toplumu kontrol etmek amacıyla “Sosyal Kredi Sistemini” denilen bir sistem oluşturmuş. Bu sitemde “sosyal güven” adı verdikleri bir puanlama yapılıyor. Puanlama sonucu vatandaşlara ödül ya da ceza veriliyor.  

Peki, puanlar neye göre veriliyor? Aklınıza gelecek her şey söz konusu. Örneğin harcama alışkanlıkları, kurulan arkadaşlıklar, sosyal medya kullanımı gibi unsurlara göre puan veriliyor insanlara. Sistem, puanların dahil olduğu bir algoritma kullanıyor, buna göre iyi vatandaş- kötü vatandaş listeleri oluşturuluyor. Tabii devletin kendine göre oluşturduğu ölçütlere göre… İşin sonunda -bankaların güvenli olmayan müşteriler için oluşturdukları gibi-, “kara listeler” oluşturuluyor. Bu listeye giren kişi birçok ayrıcalıktan, devletin sağladığı olanaklardan faydalanamıyor.  Sonuçta, devletin kendisi için belirlediği ölçülere göre, iyi vatandaş, kötü vatandaş ortaya çıkıyor. Bütün bu işlemler 200 milyondan fazla yapay zekalı kamera tarafından takip ediliyor ve gerçekleştiriliyor. 

Akıllı kameralar

Yapay zekalı kameralar, yüz tanıma sistemine sahipler; vatandaşları anında tanıyorlar, algoritmalar yoluyla onlar hakkında psikolojik analizler bile yapabiliyorlar. Kişinin sakin ya da sinirli olup olmadığını, halet-i ruhiyesini, yüzündeki mutluluk oranına göre psikolojik durumuna kadar tespit edebiliyor. Üstünde nasıl bir elbise olduğu, saçının rengini, cinsiyetini, adını soyadını, hatta ırkını bile anında tespit ediyor. 

Sözgelimi akıllı kamera kişiyi ön açıdan değil de arka açıdan gördü diyelim; o zaman arka açıdan aldığı görüntüleri havuza atıyor ve birtakım eşleşmelerden onun kim olduğunu anında tespit ediyor. Kaçış yok yani… Dolayısıyla bu kameralar tam da George Orwell’in “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” romanında bahsettiği Büyük Birader’in gözetleme toplumuna bizi götürüyor. Sadece bunlar da değil.

Öte yandan nakit para kullanımı nerdeyse sıfırlanmış durumda, “Wee Chat”ya da “Alipay” denilen sistemlerle bankacılık işlemleri yapılıyor. Alışverişler de karekök sistemi ile gerçekleştiriliyor, ödemeler para olmaksızın, bir yere dokunmaksızın yapılıyor. Korona belasının bize dayattığı gibi, insanların sevgisini gösterme yollarından biri olan “dokunmak” tarih oluyor. 

Aslında, bunlar aynı zamanda yeni insan tipi yaratmanın ön adımları. Yani sadece robotlar insan gibi olmayacak, insanlar da zaman içinde giderek robotlaşmaya doğru yol alıyor. Başka bir “insan türü” ortaya çıkıyor. Bir kuşak sonrası insanlar buna hazır olmalı. Hiçbir ücret ödemeden sadece mesajlaşma üzerinden istediğine para gönderebiliyor insanlar.  Böyle giderse yakında bankalar olmayacak, nakit para ortadan kalkacak.  

Dünyanın birçok yerinde ve Çin’de polisler artık yapay zekalı kasklar ve gözlükler takıyor. Sürücüsüz otomobiller, hızlı trenler, insansızlaşan marketler, ameliyat yapan robotlar yeni yaşamın vazgeçilmez unsurları haline geliyorlar. Sonuç olarak devletin birey üzerinde kontrolünün artacağı bir döneme giriyoruz. Bugün yaşanan salgın ise bu sisteme karşı çıkanları susturmak için biçilmiş kaftan. Varın gerisini siz düşünün.

Korona sonrası dünya nasıl olacak?

İnsanlık tarihi boyunca doğal afetler ve salgın hastalıklar hep olagelmiş; bunlar da sosyal ve toplumsal kırılmalara neden olmuştur. Ancak insanlık tarihine baktığımızda hiçbiri, bu son salgın kadar küresel, hızlı ve yaygın bir etkiyi sahip olmamıştır. Bu salgının birçok bakımdan şu ya da bu şekilde bir milat olduğu söylenebilir. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının hemen hepimiz farkındayız. 

İşin ilginç bir tarafı da şu: Her biri ayrı güç, olanak ve yönetimlere sahip olan dünya devletlerinin hemen hepsi bu pandemi karşısında aynı reflekslerle hareket etti. Bunun gelecekte yaratacağı “aynılık” ve “tek tiplik” açısından önemini bir kenara not edip analizimize devam edelim. 

Bu salgın ayrıca bize şunları gösterdi: Öncelikle küreselleşme, ulusüstü kurumlar denilen koca koca teşkilatların bir virüs karşısında hiçbir şey yapmadıklarını ya da yapamadıklarını gösterdi. Doğayı yok etmekte, insanları katletmekte mahir olan militarist güçlerin, onca silahın, ordunun bir virüs karşısında teslim bayrağını çektiğini, onları yaratanları bile koruyamadığı ortaya çıktı. Gerçek yüzleri görüldü.          Çok güvenilen ulus devletlerin de bir işe yaramadığı, vatandaşlarını koruyamadığı ortaya çıktı. Dinlerin, mezheplerin, tarikatların da çare olamadığı bir kez daha görüldü. Onca kaynağı tanka, topa, nükleer silaha yatırmak yerine doğa ve insan sağlığı için harcamanın gerekliliği ve önemi bir kez daha kendini hatırlattı.

Başka neler oldu?

Aslında bu bahisle ilgili fütüristler daha önce çeşitli görüş ve uyarılarda bulunmuşlardı. Yakın çağın bu bilim insanlarından A. Tofller “Şok” ve “Üçüncü Dalga” adlı  kitaplarında bunun ipuçlarını verir. George Orwell yazdığı kitaplarda benzer tehlikelere dikkatimizi çeker. Genç bilim insanı Hararri “Sapiense” ve “Deus” adlı çalışmalarında benzer ön deyilerin ipuçlarını sergiler. Bütün bunları bugün yaşadıklarımızla birleştirdiğimizde tablo net olarak ortaya çıkıyor. Peki, ortaya çıkan tablo nedir? 

Her şeyden evvel yerleşik, toplumsal, sosyal ve kültürel davranış kalıplarımıza bir balyoz inmiş gibi şaşkınız. Bütün sosyal ilişkiler başta olmak üzere; toplu ibadet anlayışı, cenaze töreni, taziye, tokalaşma alışkanlığı, aile ilişkileri vs. kökten değişti. Paris artık romantik değil, New York ayakta durmuyor. Çin Seddi artık koruyucu değil, Papa suskun, Roma Meydanında ayin yok ve Mekke bomboş.

Kucaklaşmak-öpüşmek birdenbire silah haline geldi. Aile büyükleri ve arkadaşları ziyaret etmemek sevgi gereği oldu. Aniden güç, güzellik, altın, para değersiz oldu ve almaya çalıştığımız oksijeni alamaz olduk. Mevsim bahar ancak dışarı çıkmaktan korkuyoruz.

Kirlettiğimiz hava, su ve toprağı daha özler olduk ve yaşamsal önemini iyiden iyiye kavramış olduk. Dünya insanlığı günlük koşuşturmacadan dolayı hem kendine hem doğaya yabancılaşmış, düşünce üretmekten kopmuştu! Salgın ile tekrar kendimizi ve doğayı keşfetme olanağı bulduk! Ya da öyle umuyoruz. Sadece bazı kesimler değil, herkes kapitalizmin dayattığı yaşamın yaşamaya değer olup olmadığının muhasebesini yapmaya başladı…

Eve kapanmayla birlikte doğa asırlar sonra rahat bir nefes alırken insanlık yeni düşünceler için adeta kuluçkaya yatmış durumda! Çöküşü engellemek ve yeni bir çözüm ve çıkış için bir büyük anlatıya -bir kosmogenia’ya- her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu bilinci gittikçe yaygınlaşıyor. Bunlar bizim tespitlerimiz ve öngörülerimiz. Bir de maalesef bunlara karşı direnen reel bir dünya var. 

Peki, şimdi ne olacak?

Küresel güçler, küresel şirketler, dünyaya algoritmik yöntemlerle hükmetmek isteyenler -ki bunlar küçük elit yapılar ve bu konudaki uzman kesimlerden oluşuyor- bu süreci hızlandıracaklardır. Madem, aile, devlet, din vs. sizi koruyamıyor o zaman bize biat edin karşılığında sizi biz koruyalım diyecekler. Diğer bir deyişle, yönetmek isteyen küçük elit kesim, yönetilen büyük avam kesime şunu demek istiyor: Bundan sonra gelecek ölümcül virüslerden, yoksulluk ve açlıktan korunmak için bana biat edin; bunun için kolunuza ya bir bilezik ya da bir çip takarak sağlığınızı takip edeyim.

Bu yöntemle küresel bir “veri tabanına” hükmedecekler ve her bir birey hakkında A’dan Z’ye bilgi sahibi olacaklar. Bu veriler sayesinde istedikleri şekilde tek tek ve toplu olarak kaderimizi belirleyebilecek güce sahip olabilirler.

Peki, reddederseniz ne olacak? “Sizi kaderinizle baş başa bırakıyorum” tehdidiyle korkutacaklar o zaman.  Yani geniş yığınlara ve topluluklara ölümü gösterip sıtmaya razı edecekler. Ya “süper insan” olarak sağlığınız ya da her türlü saldırıya açık ölüme mahkûm olun ikilemi… Bu virüs ile bize yaşattıkları “psikolojik sosyal travma” onlara bunu bize daha rahat söyleme fırsatı veriyor.

Robotların dünyası hızlanacak mı?

Daha önce belirttiğimiz gibi robotik dünya artık yaşamın her alanında kendini gösterecek. Robotlar hizmet sektöründen üretim sektörüne ve askeri- güvenlik sektöründen sağlık sektörüne kadar hizmet vermeye başlayacak! Artık milyonluk ordulara, paralı askerlere, fabrikalarda -robotlarla birlikte dijital devasa makinalar varken- çalıştırdıkları milyonlarca işçiye ihtiyaç yok.  İnsansız hava araçları, akıllı füzeler, biyolojik silahlar, akıllı teknolojiler, uzay uydularıyla bütün dünyayı 24 saat gözetim altında tutan tekelci sermaye, kendi ihtiyacı kadar yüksek beyin gücüne sahip sağlıklı bir nüfus planlaması yapmak istiyor. Niteliksiz gördüğü nüfustan yavaş yavaş on-on beş yıl içinden kurtulmaktır niyetleri. Yaşlı, hasta ve engelli nüfustan kurtulmanın ve hızlı artan nüfusu kontrol altına almanın peşindeler. Sağlıklı nüfus için sperm bankaları zaten devredeydi ve ileride bu zorunlu hale gelecek. Spermleri analiz edip içinden en sağlıklı olanları seçebilecekler. Böylece hem engelli hem de niteliksiz nüfustan kurtulmayı öngörmektedirler. Belki de Hitler’in üstün insan ırkı teorisi başka bir biçimde hayata geçmiş olacak.

Ekonomik işleyiş yeni bir hal alacak, para ve banka sistemi tamamen değişecek, daha doğrusu para elektronik hale gelip sanallaşacak, böylece bankacılık sistemi de ortadan kalkacak. Başta devlet kurumu olmak üzere diğer kurum ve organizasyonların yapı ve işleyişi değişecek. Memurlar, devasa devlet binaları yerine bilgisayarlarıyla evlerinde kendilerine verilen şifreyle kamu hizmeti vermeye başlayacaklar. Böylece devlet elektrikten, sudan, doğalgazdan, bina masraflarından tasarruf edebilecek. Eğitim sistemi değişmeye başladı bile. Uzaktan eğitim ya da sanal eğitim öğretim faaliyetleri de benzer şekilde hızlanacak.

Emeklilik yaşı genel olarak 70’e çıkarılacak. Emekliliğe ayrıldıktan sonra kolunuzdaki çip veya bilezik aracılığıyla rahatlıkla yaşamınızı sonlandırabilecek opsiyonu ellerinde tutmayı hedefliyorlar; ağır sigorta ve sağlık masrafları yükünden kurtulmak için…

Saldırı ve savunma sistem ve biçimleri de değişecek. Nitekim silah sanayi nitelik değiştiriyor. Nükleer silahlar, tanklar, toplar yerini hem riski hem maliyeti daha düşük olan hackerlere, siber saldırı araçlarına, sanal saldırı teknolojilere, biyolojik silahlara, virüslere bırakacak. İnsan zihnini yönlendiren, etkileyen hatta zihnini kopyalayan teknolojilerle tanışmamız artık zaman meselesi. 5G teknolojisi bu bakımda hızla yayılıyor zaten. Bu organize aklın Rusya, Amerika ve Çin’e de bir mesajı var tabii! Hepiniz aynı gemidesiniz diyor. Biyolojik bir test karşısında nükleer silahlarınız, akıllı füzeleriniz, koruma ordularınız, istihbarat örgütleriniz bir hiçtir, etkisizdir ve acizdir. Yenidünya düzenini siz devletler değil, biz kuracağız diyorlar. “Biz” kim? Biz, uluslar üstü hükmeden küresel güçler ve sermaye sahipleri…  Belki de devletler üstü bir “devlet”. Dijital oligarklar. “Biz bu düzeni kuracağız” mesajını veriyorlar. Kısa zaman içinde bugünkü BM’den daha etkili ve yaptırım gücü olan bir küresel otorite ortaya çıkabilir. Peki, bu bizi yeni bir dünya devletine götürür mü?

Çözüm

Yeni tablo hepimizi ürkütüyor; “çözüm istiyoruz, köle olmak istemiyoruz” diyor insanlar. Elbette çözüm istiyoruz, hem de insani bir çözüm. Ama nasıl? Üstelik de bu kadar güç onların elindeyken…  Yukarıda çizdiğim tablo arzuladığım şey değil, gelecekte olması muhtemel gerçekleri içeriyor ve anlatıyor. Tabi insanlar alışık olmadıkları şeylerle karşılaştıklarında ilk etapta doğal olarak tepki gösteriyorlar ve yadırgıyorlar. Ancak zamanla alışıyorlar, bu alışkanlık bir nevi karaktere dönüşüyor ve bu da kaderleri haline geliyor. Eğer böyle bir “kadere” razı değilsek şimdiden bilmek, ona göre önlem almak gerekmez mi? Bizim yapmaya çalıştığımız bu. Gerçeği görelim ona göre tedbir ve tavır alalım, teslim olmayalım. 

Bu noktada bakış açımız artık değişmeli ve genişlemeli. İnsan genellikle kendisinin hoşuna gitmeyen gerçekleri görmek istemez. Ama mecburen gerçekleri görmemiz lazım. Unutmayalım, gündüz gerçeğe gözünü kapatan, sadece dünyayı kendine gece yapar. 

En az şeye ihtiyaç duymak

Bu anlamda bakış açımızı ve yaşama bicimizi değiştirmekte yarar var. Bunun bir meselle anlatayım: Bir gün Yunanlı ünlü filozof Platon’a şöyle bir soru sormuşlar: “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?” Bilge şöyle cevaplamış; “İnsanlar çocukluktan sıkılır, büyümek için acele eder; sonra da çocukluklarını özlerler… Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler; sonra sağlıklarını geri almak için de para öderler… Yarından endişe ederken, bugünü unuturlar; bugüne dalarken de yarını…”  Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar… Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar; ancak hiç yaşamamış gibi ölürler… Ve sözünü şöyle bağlamış ünlü filozof, “Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.”

Ancak şunu unutmamak gerekir ki, insan açgözlü ve haristir. Kapitalist anlayış onun kanaatkar yönünü öldürüp açgözlü, doyumsuz yanını öne çakardı. Bu durum da bizi bu noktaya getirdi maalesef. Gideceğimiz yer mi, o tam belli değil, ancak bazı ön görülerde bulunabiliriz[1]

*Sosyoloji, Prof. Dr.
ahmet.ozer@toros.edu.tr


[1] Prof. Zhen Yang, temassız endüstrilerin gelişiminin büyük ivme kazandığını ileri sürdükten sonra; yapay zeka, robotlar, online ticaret ve video konferansların yapılmasına dikkat çekiyor ve bu pandeminin ‘ruhsal yaşam döngüsü’ ve ‘kişilerarası temas olmadan yapay zeka çağında yaşam eğilimini’ hızlandırdığını ve genişlettiğini belirtiyor. Çok haklı. Yuval Noah Harari ise şöyle diyor: “İnsanlık şimdi küresel bir krizle karşı karşıya. Belki de neslimizin en büyük krizi. İnsanların ve hükümetlerin önümüzdeki birkaç hafta içinde alacağı kararlar muhtemelen gelecek yıllar için dünyayı şekillendirecek. Sadece sağlık sistemlerimizi değil ekonomimizi, politikamızı ve kültürümüzü de şekillendirecek. Hızlı ve kararlı davranmalıyız. Ayrıca eylemlerimizin uzun vadeli sonuçlarını da dikkate almalıyız. Alternatifler arasında seçim yaparken, kendimize sadece acil tehdidin nasıl üstesinden gelineceğini değil, aynı zamanda fırtına geçtikten sonra nasıl bir dünya yaşayacağımızı da sormalıyız.” Evet, fırtına geçecek, insanlık hayatta kalacak, çoğumuz hala hayatta olacağız ama farklı bir dünyada yaşayacağız. Şimdiden tedbirimizi almamız lazım.