Bütün dünya oldukça zor bir dönemden geçiyor.
Bir yanda tüm dünyayı etkileyen bölgesel gerilimler ve savaş; diğer yanda salgın ile birlikte derinleşen ve sonuçlarını görmeye başladığımız ekonomik ve sosyal dengesizlikler var. Türkiye ise bütün bu olumsuz küresel gelişmelerin üzerine kendi kendine bir kriz yarattı. Küresel ölçekte ve Türkiye’de yaşanan sorunlara tekrar döneceğim ama öncelikle ifade etmek istediğim bir husus var.
Tüm bu yaşananlar ilk kez başımıza geliyormuş gibi davranmak sanırım yaşamın doğasında var. Şöyle geriye doğru gittiğimizde benzer bir sürecin çok da uzak bir geçmişte olmadığını görebiliyoruz. Elbette bugün ne Türkiye aynı Türkiye ne de dünya aynı dünya. Ama bundan 14-15 yıl öncesine gittiğimizde neredeyse aktörleri bile aynı bir başka senaryoyu yaşamıştı dünya.
Son yüzyılın en ağır küresel ekonomik krizlerinden biri olan 2008 küresel krizinden ve hemen öncesi koşullardan bahsediyorum. 2005 itibariyle tüm dünyada güllük gülistanlık bir hava oluşmaya başlamıştı. Başta ABD ve AB olmak üzere gelişmiş ekonomilerde işler yolunda görünüyordu.
O dönemin ortamı
2000’li yıllar boyunca, başta petrol olmak üzere, bütün emtia ve tarım ürünleri fiyatlarında büyük bir yükseliş gözlendi. Çin ve Hindistan gibi yüksek nüfuslu ülkelerde gözlenen ekonomik büyüme, emtia talebini arttırdı ve fiyatların yükselmesine neden oldu. 2008 yılının Temmuz ayında petrol fiyatları tarihi yüksek seviyelere ulaşırken, aynı dönemde yine gıda fiyatları tarihin o döneme kadarki en yüksek düzeylerine ulaştı.
Amerikan Merkez Bankası (FED) 2004 yılında başladığı faiz artırımlarını, ekonomideki yavaşlama nedeniyle 2007 ortasında düşürmeye başlamıştı. 2008 yılına girildiğinde ABD’de enflasyon, 1992 yılından bu yana en yüksek seviye olan %3,84’e ulaşmıştı. Gelişmiş birçok ekonomide de benzer bir eğilim vardı. Çin’in uluslararası ekonomiye entegrasyonu, düşük işçilik maliyetinin de katkısıyla ekonomik büyümesini hızlandırması, ABD ve AB’de yaşanan ekonomik sıkıntıların da ertelenmesi için önemli bir kazanım olmuştu.
Bizim coğrafyamızda ise aynı yıllarda iki önemli gelişme oldu.
Birincisi 1990’lı yılları Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ciddi ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlarla geçiren Rusya Federasyonu, Gürcistan ile yaşadığı gerilimin ardından, 2008 yılında Güney Osetya’da Rusya ile aslında Gürcistan görünümlü Batı arasındaki ilk sıcak çatışma yaşandı. Aradan geçen 14 yılda geriye baktığımızda bugün ile o dönem arasındaki temel farkın savaşın süresi olduğunu görebiliyoruz. Rusya-Gürcistan savaşı 1,5 ayda sona erdi!
İkinci önemli durum ise Türkiye ile ilgili. 2002 yılında tek başına iktidara gelen AKP yönetimi, Türkiye’yi IMF desteği ile düzlüğe çıkarmış, Batı ile kurduğu iyi ilişkiler ve sıcak para akımıyla ekonomide önemli bir iyileşmeyi başarmıştı. 2001 ekonomik krizinin izlerinin silindiği, başta bankacılık olmak üzere birçok sektörde değişim sürecinin tamamlandığı ve Avrupa Birliği üyelik sürecini heyecanla yürüten bir Türkiye’den bahsediyoruz.
Kabaca bu şekilde özetleyeceğimiz bir uluslararası konjonktürde bütün dünya 2008 yılında küresel bir krize girdi. ABD ve AB ekonomileri ciddi sarsıntı geçirdi. Trilyonlarca dolarlık parasal genişleme operasyonları başladı ekonomilerin krizden çıkması için. Yıllarca da devam etti bu süreç.
Daha uzun uzun o dönemle ilgili ekonomik ve uluslararası politika ortamına ilişkin bilgi verebiliriz. Ancak, gördüğünüz üzere, tarihsel bir döngü içerisinde 2008, 2014 ve yine 2022’de benzer bir süreci yaşamaya devam ediyoruz. Olaylar birbirine oldukça benzer bir örgü içerisinde devam ediyor. Neredeyse aktörleri dahi aynı.
Son bir yıllık süreç
Salgın sonrası ekonomilerde toparlanmanın hızlandığı, emtia ve gıda fiyatlarının hızla arttığı bir dönemde yine Rusya bu kez Ukrayna’yı işgal etti. Küresel ölçekte enflasyonun ciddi oranda yüksek seyrettiği bir dönemdeyiz. Yakın bir zamanda ekonomik canlanmanın, faiz artışları ile birlikte yerini -başta ABD ve AB olmak üzere- tüm dünyada yavaşlamaya bırakacağını da öngörebiliyoruz. Dünya ekonomisinin motoru olan Çin’de dahi yavaşlama emareleri bir süredir kendini belirgin bir şekilde gösteriyor. Böylesi bir ortamda, Batı-Rusya soğuk savaşı da ekonomi üzerinden devam ediyor. Bütün dünyada 2023 yılının, yeni bir ekonomik kriz yılı olması için tarihsel dinamikler içerisinde koşullar oluşmuş gibi görünüyor. Kriz, daha önce konut sektörü ve finans sektörü üzerinden tetiklenmişti. Böyle bir kriz olasılığı bu kez nereden patlar bilmiyoruz. Ancak salgın sonrası ekonominin dinamiklerinin ciddi şekilde değiştiği bir dönemde olduğumuz kesin. Dünya ekonomisi yüksek enflasyon ortamında çok kırılgan bir çizgide devam ediyor.
Kürede ortaya çıkabilecek olası bir krizden bağımsız olarak ise Türkiye, 2008’e göre çok daha farklı bir ekonomik ve siyasi ortamın içerisinde geçiyor. 2008’dekinin aksine siyasi bir istikrar ortamı yok. Cumhuriyetin 100. yılında tarihi bir seçim ortamındayız. Siyasette gerilimin oldukça arttığı bir dönem olacağı kesin.
Ekonomide ise 2008’e göre çok daha kırılgan bir Türkiye var. O yıllarda kriz bizi teğet geçecek diyen iktidar, bugün daha kriz gelmeden hançeri ekonominin tam bağrına sokmuş durumda. Yüksek enflasyon pahasına seçim sürecinde ekonomik büyümenin sürmesi için her türlü araç hazırlığı yapılmış durumda. Bütçe disiplini sadece dillerinde duruyor. Eylül ayında açıklanan Orta Vadeli Program’da yılın son dört ayında 500 milyar TL’ye yakın bir bütçe açığı oluşacağı görünüyor. Enflasyon ise son otuz yıllık rekorları kırmaya devam ediyor. Gelir adaletsizliği had safhada. Orta sınıf neredeyse yok olmuş durumda. Türk Lirası’ndaki ciddi değer kaybına rağmen dış ticaret açığı ise yükselmeye devam ediyor. Enerji fiyatlarındaki artış ve küresel bir krizin henüz tetiklenmemiş olması bir yana, savaşın da geçmişte olduğu kadar kısa sürmediği bir ortamdayız. Böylesi bir süreçte Türkiye’nin döviz açığını kapatacağı bir rezerv de Merkez Bankası’nda yok. Batı ile ilişkiler ise hepimizin malumu.
İşte böyle bir ortamda tetiklenecek bir küresel kriz ihtimali oldukça can sıkıcı görünüyor. “Teğet geçtiği söylenen”, görece daha iyi şartlarda girdiğimiz 2008 Küresel Ekonomik Kriz’in ardından Türkiye ekonomisi 2009’da sert bir küçülme yaşamış; işsizlik başta olmak üzere bütün sosyo-ekonomik göstergelerde iyileşmenin yıllar aldığı, hatta kalıcı hasarların oluştuğu bir yapısal kırılma ile karşılaşılmıştı.
Bu kez bırakın teğet geçmeyi, öncesinde ülkede göz göre göre hükümet tarafından yaratılan bir krizin içerisindeyiz. Böyle bir dönemde bir de küresel bir kriz ile karşılaşmak, bu krizden çıkmak, böyle bir krizin etkilerini silmek çok daha uzun sürecek gibi görünüyor.
Umalım ki tüm koşullar tarihin tekrar edeceğine işaret ederken en azından bu kez şansımız yaver gitsin ve bu kadar kötü şartlarda bir de küresel krizin kucağına düşmeyelim.