9789750719639_front_cover

Emine Uşaklıgil – Bir Şehri Yok Etmek

-artik-zeytinyagcilik-konusunda-iddialiyim--1200706 “Bir Şehri Yok Etmek, İstanbul’da kazanmak ya da kaybetmek” kitabını yazarken, amacım 2014 yerel seçimlerden önce, İstanbul’u yok etmekte olan sistemi kayda geçmek, anlaşılır kılmaktı. Ne ki, kampanya boyunca seçim gündemi, belediye sorunlarını tartışabilmekten çok başkanlık tartışmasına tutsak edildi.

O günden bugüne İstanbul’u yok etmek üzere başlayan süreç hızlanarak devam etti. Bu süreç insanları yerinden etti, İstanbul dev bir şantiyeye dönüştü. İstanbul, artık pazarlanan bir meta olmuştu; şehrin ruhu yok olma sürecine girmişti; daha da beteri, şehir olmaktan çıkmak üzereydi. Kimileri kazanırken, kimileri kaybediyordu; fakat asıl kaybeden İstanbul ve İstanbullulardı.

İstanbul meta oldukça

Bütün büyük şehirlerin yaşadıkları dönüşüm süreçleri kaçınılmazdır, hele yoğun bir nüfus baskısı altında olanlar. İstanbul’da planlamama anlayışı hep hüküm sürdü. Buna toprak ve gayrimenkul temelinde zenginleşme ve sınıf atlama hırsını ilave ettiğinizde, şehir açısından pek hayırlı olmayan bir reçete İstanbul’u tehdit etti hep. Fakat bugün durum bunun çok ötesine geçti. Hiçbir engel tanımayan bir yasal kalkan oluşturuldu. Devlet, kentsel dönüşüm adı altında İstanbul’u pazarlayan bir emlakçıya dönüştü; hukuk ve adaleti göz ardı edip resmen kendisi arsa üretir oldu. TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Özelleştirme İdaresi, hiçbir plana ve kurala bağlı kalmaksızın, altyapı ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmaksızın, istedikleri yerde istedikleri yoğunluğu verebiliyor. Kamuya ait arsa ve gayrimenkuller bu mantıkla hızla elden çıkartılıyor. Sayısız plan değişiklikleri sayesinde yasal engeller sürekli aşılıyor. Yetmiyor; devlet artık -“afet” namı altında bilinen yasa sayesinde- sınırsız yetki sahibi olduğu gibi, özel mülkiyet kavramı da zedeleniyor. Bir yerde engel mi söz konusu: orası hemen “riskli alan” ilan ediliyor, acele kamulaştırma kararı alınıyor. Yürütmeyi durdurma kararları, ardı ardına verilse bile, uygulandıklarına pek tanık olmuyoruz. Hele Danıştay evcilleştirildikten sonra, bu kararların da tarihe karışacağını tahmin edebiliriz.

Kentsel dönüşüm ise, toplum açısından yararlı olabilmesi için, dönüşümün devlet eliye bir gayrimenkul geliştirme operasyonuna indirgenmemesi gerekirdi. Kamunun şirketleştiği, şirketlerin kamulaştığı bir ortamın kamu yararına olması imkansızdır. Asıl amaç, yıkıp yeniden yapmak; inşaat ve beraberindeki rantlar esas olunca, kazananlar zenginler, kaybedenler de yoksullar oluyor. Yoksulların oturduğu mahalleler rant potansiyeli taşıyorsa, mahallelerinden atılıyorlar; şehir merkezinden, çevrelerinden, işlerinden uzaklaştırılıyorlar; zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul oluyor. Dahası, yoksulların oturduğu mahallelerde rant potansiyeli düşükse, kentsel dönüşüm o mahallelere uğramıyor bile ve mahalle deprem riskinden kurtulmamış oluyor. Kaldı ki inşaat furyası devam ederken -altyapı yetersizliği dolayısıyla- İstanbul’un bir kabusa dönüşmesi kaçınılmazdır. Gün gelecek doğal gaz, su, atık su, yağmur suyu, ulaşım, bütün altyapının yenilenmesi gerekecek. Hastane, kamu binası derken nüfusu 25-30 milyona dayanmış İstanbul’u yaşanılır kılmak neredeyse imkansız olacak.

Oluşturulmuş yasal kalkan nedeniyle İstanbul’u ilgilendiren kararlar Ankara’dan alınıyor. TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nasıl bir İstanbul (ve nasıl bir Türkiye) konusunda tek karar verici. Herhangi bir planda yer almayan “çılgın” projelere karar veriliyor, bu konularda aydınlatıcı bilgi verilmiyor, şeffaflık hak getire. Bu projelerin sakıncalarını tartışmak şöyle dursun, İstanbullulara ancak seyirci olmak kalıyor. Kentsel dönüşüm, şehir planlarının yerini aldıkça; yerinde dönüşüm yapılmadan planlama ciddiye alınmadıkça; İstanbulluların geleceği karanlık olmaya mahkum. İstanbul’un bir arazi spekülasyonu alanına indirgenmesi herkesin kaybetmesine yol açmakta. Milli gelirin dörtte biri İstanbul’da üretiliyorsa, vergilerin yarısı İstanbul’da toplanıyorsa, kamunun İstanbul sayesinde kazandığı İstanbul’a tekrar yatırılması ve şehirlerine sahiplenen İstanbulluların bunu talep etmesi gerekir. İstanbul’u sahiplenen birileri, Gezi’de bir araya geldi, seslerini duyurdu, umut verdi. Ne ki, bunca direnişe rağmen Taksim’in Gezi Parkı’nda Taksim Kışlası ya da Halil Paşa Topçu Kışlası’nın yeniden inşaatı yeniden gündemde; dahası Taksim’in bir Külliyeye dönüşmesi bile söz konusu.

“Yeni Kabataş” projesi

Yeni dev bir projenin İstanbulluların hayatını etkilemek üzere olmasınının son bir örneği de Kabataş’daki Martı projesi. Kabataş; Bağcılar’dan gelen tramvay hattı, Kadıköy ve Adalar’a sefer yapan vapur hattı, Taksim’e çıkan füniküler sistemi, Bursa’ya giden deniz otobüsü, Boğaz›a sefer yapan motorlar, birçok ilçeye giden otobüs durakları ile halen binlerce kişinin her gün kullandığı bir transfer merkezi iken, burada denizi doldurup, trafiği yeraltına alacak, kanat çırpan martı şeklinde transfer merkezi yapılması söz konusu.

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman deniz, kara ulaşımının ve raylı sistemin entegre olduğu Kabataş’ın hali hazırda bir transfer merkezi olduğunu; oluşan tıkanıklık nedeniyle bir düzenleme gerektiğini; ancak bunun, bölgenin kentsel sit alanı özellikleri dikkate alınarak yapılmasının zorunlu olduğunu söyledi. “Buradaki en büyük sorunlardan biri de yapılacak projenin kentsel sit alanı içinde olması. Bir yanında Mimar Sinan’ın Molla Çelebi Camii bir yanında Valide Sultan Camii ve Dolmabahçe sarayı var. Böyle bir tarihi dokunun ortasına martı simgesi konulamaz. Şehircilikte koruma alanlarında tescilli eserlerin olduğu yerde bu tarz simgelerden imtina edilmesi şarttır.”

“İstanbul Hepimizin” adlı İstanbulluların sorunlarını sürekli takip eden, uyarılar yapan sivil platform Kabataş’ta planlanan Martı projesi ile ilgili sorunlara dikkat çekiyor. İstanbulluların bu tür girişimlere destek olmaları, kentlerine sahip çıkmalara önemli.

İstanbul Hepimizin Girişimi (İHG) olarak, kentimizin hayati merkezlerinden ve önemli bir toplu taşıma kavşağı olan Kabataş ile ilgili yeni bir düzenleme yapılacağına ilişkin haberleri takip ediyoruz*. Kabataş’ın daha etkin, daha konforlu, daha çok sayıda toplu taşıma kullanıcısına hizmet verecek şekilde düzenlenmesi gereğine katılıyoruz. Ancak sürecin işleyişinin çağdaş şehircilik anlayışı ile uyuşmadığı görüşündeyiz.

Ulaşımlarını Kabataş üstünden gerçekleştiren milyonlarca İstanbullu, deniz taşımacılığı yapan hizmet sektörü mensupları, sivil toplum ve basın kuruluşları olarak, önümüzdeki yıllarda hayatımızın nasıl etkileneceğini, proje sonunda nasıl bir Kabataş ile karşılacağımızı bilmiyoruz. İstanbul’a sahip çıkan bizler, gerek milyonlarca kişinin günlük yaşamını, gerek kentin görünümünü temelden etkileyecek projelerin, İstanbulluları ve İstanbul’a sahip çıkan girişimleri “yok sayarak” hayata geçirilmesini, süreç sahibi kurumların projeler konusunda topluma doğrudan ve eksiksiz bilgi vermeye yanaşmamasını kabul etmiyoruz.

Yetkili kurumları;

• 2013 yılında yayımlanan ve yaklaşık 20,000 kişi tarafından desteklenen İstanbul Sözleşmesi’ne uygun hareket etmeye,

• katılımcı yönetişim yaklaşımını hayata geçirmeye,

• bugüne dek yapılan çalışmalar ve gelinen nokta hakkında toplumu doğrudan ve eksiksiz bilgilendirmeye,

• projenin maliyetini, kullanılacak kaynağı, uygulama sonunda sağlanacak kazanç/ tasarrufun ne kadar olacağını açıklamaya,

• denizin doldurulması gibi, ekolojik etkileri de olacak uygulamalar için ÇED sürecini işletmeye,

• Kabataş’ın geleceğini yurttaşlarla birlikte planlamaya;

İstanbulluları, sivil oluşumları ve basını ise, İstanbul’a sahip çıkmaya, yetkililerden bilgi talep etmeye ve Kabataş’ın planlamasına katılmaya davet ediyoruz.

İstanbul Hepimizin Girişimi

Anasayfa


Iletişim: bilgi@istanbulhepimizin.org

• “İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Kabataş sahilinde denizi doldurularak elde edilecek yeni bir sahada; deniz, raylı sistem ve karayolu taşımacılığını birbirine bağlayacak yeni bir transfer merkezinin imar planlarını onayladı. İsminin Kabataş Martı Projesi olduğu söylenen projeye göre, Dolmabahçe-Fındıklı arasındaki araç trafiği 400 metre boyunca yer altına alınacak; deniz doldurularak 10,000 m2’lik bir meydan elde edilecek; bu dolgu alan üstüne kanat çırpan martı görünümlü büyük bir transfer merkezi binası inşa edilecek.” Yine anladığımıza göre, bu projenin hayata geçirileceği süre zarfında Kabataş’tan deniz ulaşımı yapılamayacak.

Emine UŞAKLIGİL
Yazar
emineu@ibsresearch.com