o-VOTING-facebook

Burhan Şenatalar – Haziran’dan Kasım’a Ne Değişti?

burhan_senatalar1-300x157 Türkiye son iki yılda dört seçim yaşadı. Bu, kuşkusuz olağandışı bir durum. Bu seçimlerin her birinin kendine özgü yönleri vardı. Her birini ayrıntılı değerlendirmek gerekir. Bu yazıda son iki genel seçimi ve bunlar arasındaki ilişkiyi en genel hatlarıyla ele almak istiyoruz.

Her iki seçim sonrasında siyasal atmosfer

7 Haziran sonrasında AKP’de bir başarısızlık duygusu, muhalefet partilerinde de bir sevinç vardı. AKP’nin ve Erdoğan’ın yenilmez olmadığı görülmüştü. CHP’li seçmen ve örgüt, AKP ile bir koalisyona karşı duruyor ve üç muhalefet partisinin işbirliğini umuyordu. Bu üç partinin bir koalisyonda biraraya gelmesi gerçekçi olmamakla birlikte, daha yaratıcı formüller düşünülebilirdi. Fakat MHP’nin düşünülebilecek tüm seçeneklere kapıyı kapatan, anlaşılması zor tavrı üçlünün herhangi bir işbirliği şansı olmadığını kanıtladı. Bu da AKP’nin önünü açtı.

Erdoğan baştan itibaren AKP’nin bir koalisyona girmesine karşıydı ve kararlı biçimde yeni bir seçimden yana tavır koydu. Toplumun geniş kesimlerinde ve özellikle belirli iş çevrelerinde bir AKP-CHP koalisyonuna olumlu bir seçenek olarak bakılıyordu. Erdoğan ve yakın çevresi bunu engellemeye kararlıydı. Dolayısıyla ipe un serme süreci başladı. Gayet garip olan bu süreci yaygın biçimde kullandığımız sözcüklerle açıklamak olanaksız olduğundan, toplumun çok büyük bölümünün daha önce hiç duymadığı “istikşafi” sözcüğü dolaşıma sokuldu. Aslında yapılan iş ve buna ayrılan süre garip, hatta saçmaydı. AKP zaten niyetli olmadığı için süreyi doldurmak dışında bir amaç taşımıyordu. CHP de bu niyeti anlamasına anlamıştı da, yıllardır üzerine yapışmış olan “her şeye karşı çıkar” ithamından kurtulmak için sabır gösteriyordu. Bu sabrın fazla kaçtığı giderek daha iyi anlaşıldı, ama CHP işin içinden çıkamadı ve gerekli tavrı ve eleştiriyi ortaya koyamadı. Haftalar ilerledikçe AKP oyuna hakim oldu ve psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Süreyi kendi lehine kullanmayı başardı. Bu süre içinde olanları ve özellikle AKP’nin başarısını daha iyi anlamak için önce bazı sayısal verilere bakmakta yarar var.

1 Kasım seçimi tüm beklentileri aşan bir sonuç üretti. Sonuç AKP için bile sürpriz oldu. Ekim ayında yapılan kamuoyu araştırmalarının çoğu AKP’ye % 43-44 vermekteydi, sadece bir şirket % 47 vermekteydi. Bu sayılara karşın büyük çoğunluk tek parti iktidarını beklemiyordu. AKP oy oranını % 40.9’dan % 49.5’e, milletvekili sayısını da 258’den 317’ye çıkartmıştı. Tüm muhalefet partileri ve seçmenleri haklı olarak son derece mutsuz oldu. MHP oyları %16.3’ten % 11.9’a düşmüştü ve parti milletvekillerinin yarısını kaybetmişti. Bundan büyük bir başarısızlık zor görülürdü. HDP oyları da %13.1’den % 10.8’e düşmüştü. Önceki seçimde seçilmiş olan milletvekillerinin dörtte biri parlamentoya dönemedi. AKP dışında 7 Haziran sonrasında yaşanan sevinç ve duyulan özgüvenden eser kalmamıştı. MHP iki milyona yakın, HDP de bir milyona yakın oy kaybetmişti. CHP’nin durumu ise daha farklıydı. CHP oyları 500.000’e yakın bir artış göstermiş, oy oranı da %25.0’dan %25.3’e çıkmıştı. Bu sayılara iki açıdan da bakmak mümkündü: Diğer muhalefet partilerinin büyük oy kaybı karşısında CHP’deki küçük artış küçümsenemezdi. Ancak ana muhalefet partisi yine iktidarın çok uzağında kalmış, üstelik AKP ile oy farkı hem mutlak sayı olarak, hem de oran olarak büyümüştü. AKP’nin tek parti olarak iktidara dönüşü CHP örgütünde ve seçmeninde büyük bir moral bozukluğuna yol açtı.

1 Kasım seçiminin bir sonucu da, Türkiye’nin siyasi haritasının ne kadar kemikleştiğini ve bir anlamda kilitlendiğini ortaya koymak oldu. Güneydoğu Kürt oylarının, Kuzey ve İç Anadolu AKP oylarının, Batı ve kıyılar da CHP’nin damgasını taşımaya devam ediyordu.Uzun yıllar içinde giderek ağırlaşan bu tablonun değişmesi –en azından kısa dönem için- pek kolay değil. Örneğin CHP’nin oy oranı yirmiden fazla ilde % 10’un altında ve partinin, -hemen hemen tümü Ankara’nın doğusundaki- otuzdan fazla ilde milletvekili yok. Buna karşılık CHP’nin, -Ankara 1, İstanbul 1, İzmir 1 ve 2 dahil olmak üzere- % 33’ten fazla oy aldığı 18 seçim bölgesi var; bunların da Artvin ve Hatay dışında tümü Ankara’nın batısında. Bu tablo, sorunun kolaycı yaklaşımlarla aşılamayacağını gösteriyor. Hemen ekleyelim, hiçbir biçimde aşılamayacağını da göstermiyor !

Bu tablonun sosyo-ekonomik yapının ve sosyo-kültürel etkenlerin anlaşılır bir yansıması olduğu söylenebilir. Bu tablo bize aynı zamanda şu dersi veriyor: Tüm Türkiye için yapılan genellemelerin ve onlara dayanan analizlerin sınırlı bir geçerliliği var. Eğer seçmen davranışını gerçekten anlamak istiyorsak, ülke geneline dayanan tahlillerden sonra, il ve özellikle ilçe düzeyine inmemiz gerekiyor. Sadece metropollerde değil, birçok kentte ilçeler arasında büyük ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal farklar var. İstanbul’daki örnekler biliniyor: CHP oyu Beşiktaş ve Kadıköy’de % 60’ı aşarken, Bağcılar’da %16, Sultanbeyli’de % 8’de kalıyor. Metropollerle sınırlı kalmayan ve birçok ilde görülen bu farklar, özellikle oy oranının düşük olduğu ilçelerde ayrıntılı araştırmaları gerektiriyor.

İki seçim arası oy kaymalarının nedenleri

Beş ay gibi kısa bir sürede bir partinin beş milyona yakın oy artışı sağlaması, buna karşılık bir partinin iki milyona yakın, bir diğerinin bir milyona yakın oy kaybı yaşaması kuşkusuz bir deprem niteliğinde. Bu kadar büyük bir değişim ancak olağan dışı dönemlerde görülebilir. Örneğin olağan bir dönemde en etkili kampanyanın dahi böyle bir sonuç yaratamayacağı konuyla ilgili literatürden ve yaşanan örneklerden biliniyor. Olağan dışı dönemlerde ise, kamuoyu yoklamalarının yanılması daha ciddi bir olasılık. 7 Haziran ve 1 Kasım arasındaki büyük oy kaymalarının nedenleri hakkında ilk ve oldukça ikna edici açıklamalar medyada da yer aldı. Bu nedenleri üç grupta ele almak mümkün.

Birinci grupta, seçim yarışının eşit ve adil koşullarda yaşanmadığı gerçeği var. Öncelikle medya üzerindeki baskılar, basın özgürlüğünün kısıtlanması, TRT yayınlarındaki inanılmaz tek taraflılık vb. AGİT’in seçim gözlem heyetinin raporunda da özel bir yer tutuyordu. Aynı raporda, özellikle HDP örgütlerine ve üyelerine yönelik baskı ve saldırıların etkisine de değiniliyordu. Birinci grup kapsamındaki etkenlerin etki derecesini bilmek bugün için son derece zor, ama hiç etkisiz oldukları söylenemez.

İkinci grupta, AKP’nin izlediği politikalar ve uyguladığı yöntemler var. Örneğin AKP, 7 Haziran aday listelerini ve hatta seçilmiş milletvekillerini -aldığı tepkiler ışığında- önemli ölçüde değiştirdi. Benzer bir avantajı da, üç dönemini doldurup Haziran’da aday olamayan bir takım önemli ve deneyimli isimleri Kasım’da sahaya sürerek elde etti. Bir diğer uygulama, CHP’nin ekonomik vaadlerinin etkili olduğunu görerek ve üstelik Haziran’da neredeyse tümüne karşı çıkmış olmasına karşın, benzer vaadleri kampanyasına katmasıydı. Sayılan etkenler ve benzerlerinden daha önemli olan iki etken daha vardı. Birinci olarak, özellikle MHP’nin herşeyin önünü tıkayan tavrı koalisyonun olmazlığını kanıtladı ve Erdoğan’ın koalisyon karşıtı iddialarına destek sağladı. Benzer bir destek de PKK’dan geldi. AKP’nin “barış süreci”ne son verme kararına şiddet eylemlerini arttırarak karşılık veren PKK da, aslında AKP’nin “şiddete karşı kararlı mücadele” politikasına destek vermiş oldu ve AKP’nin istikrar iddiasının tek sahibi gözükmesini kolaylaştırdı. İstikrarsızlık ve belirsizlik insanların kaygı ve korkularını besler, bu da bildikleri kadrolara ve istikrarı temsil eden seçeneklere kaymalarına yol açar.

Üçüncü grupta da, CHP’nin Haziran ve Kasım arasında izlediği politikanın etkisinden söz etmek gerekir. CHP Haziran seçimi öncesinden Kasım’a kadar projeleri olan, iktidara hazır, yapıcı ve uzlaşmacı bir parti algısını güçlendirmeye çalıştı. Bu konuda haklı veya haksız, geçmişten gelen bir sorunu olduğu da doğrudur. Yalnız tartışmaya daha açık olan bir konu; demokrasi, rejim, laiklik, yargı sistemi gibi konuların büyük ölçüde arka plana itilmesi idi. Halbuki bu konularda AKP ve Erdoğan giderek otoriterleşme ve bir tek adam rejimi oluşturma yolunda ilerliyordu. Malum “istikşafi görüşmeler” de CHP’yi ılımlı davranmaya itmekteydi. CHP’nin Haziran öncesindeki kampanyası genel olarak başarılı bulunduğu için, CHP fazla bir değişiklik yapmadı. Ancak bir yandan CHP’nin vaadleri diğer partiler tarafından da sahipleniliyor ve CHP’nin üstünlüğü zayıflıyordu, diğer yandan Suruç ve Ankara katliamlarının yarattığı korku ve bunu kullanan AKP’nin getirdiği otoriterleşme ve bu arada “Türk tipi başkanlık” saplantısı karşısında yeterli toplumsal tepki üretilemiyordu. Değişen koşullar karşısında CHP’nin tepkileri yetersiz kaldı.

Son olarak şunu ekleyelim: Seçmen için ekonominin nasıl gittiği ve kendisini nasıl etkilediği kuşkusuz önemlidir, hatta bazı seçimlerde belirleyicidir; ancak tüm zamanlarda tüm seçimleri etkilediği gibi bir iddia geçersizdir. Çünkü insanlar sadece ekonomiyi önemsemezler; önemseseler bile, aynı ekonomik verileri nasıl yorumladıkları, faturayı kime çıkardıkları, umudu kime bağladıkları apayrı bir konudur. Aynı ekonomik tabloyu, demografik ve sosyal özellikleri aynı olan, ama inançları ve değerleri farklı olan insanlar çok farklı değerlendirebilir. Seçmenlerin davranışlarında ve tercihlerinde inançları, değerleri, ön yargıları, korkuları, öfkeleri de önemli bir rol oynar. Son dönemin örnekleri olarak Kanada’da beklenmeyen bir şekilde Trudeau’nun seçimi kazanması, İngiltere’de de Corbyn’in beklenmeyen bir şekilde İşçi Partisi başkanlığını kazanması, somut projelerden çok, bu insanların duruşu, neyi temsil ettikleri, sorunlara bakış tarzları, temel yaklaşımları gibi etkenlerin sonucudur. Yanlış anlaşılmaması için tekrar etmekte fayda var: Ekonomik politikalar ve projeler önemlidir. Ama nasıl ki hayat ekonomiden ibaret değilse, siyaset de ekonomiden ibaret değil.

*Prof.Dr. Burhan Şenatalar,
Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi,
bsenatalar@gmail.com