p0FhVke

Aydın Cıngı – Türkiye’nin Seçimi

aydin cingi as

 

 

 

 

 

Türkiye yine bir seçime gidiyor. Bütün seçimlerden önce durum saptaması yapılırken, o seçim sürecinin yaşamsal önemde olduğu tezi öne sürülür. Bu seçim için de farklı bir şey söylenmiyor; ancak bu kez sonuç gerçekten yaşamsal bir önemde.

Gerçekçi durum saptaması

Görünürde seçim, bir iktidar partisi ile -%10 baraj dikkate alındığında- parlamentoya girme iddiasındaki üç muhalefet partisi arasında cereyan ediyor. Sandığa, yasama meclisinin oluşumunu saptamak üzere gidilecek; bu meclisten de bir yürütme organı çıkacak vb. Ne var ki iş, bu kez bununla bitmiyor.

Öncelikle iktidar partisi AKP’nin, öne sürülegeldiği gibi “ılımlı”, “muhafazakar” ve “Müslüman-demokrat” bir parti olmadığı ortaya çıkmıştır. Artık su yüzüne çıkmış bulunan bu gerçeği hala içselleştirmemiş hiçbir ülke yöneticisi kalmamıştır. AKP’nin, -bir numaralı kurucusu ve çekirdek kadrosunun söylem ve yönelimi dikkate alınarak- bugün aşırı sağ, dinci ve otoriter kimlikli bir parti olduğu açıktır. Üstelik AKP iktidarının Rusya, Macaristan gibi “seçilmiş” tek adam faşizminin ötesinde, yolsuzluk ve komploculuk gibi olumsuz özelliklerle de malul bulunduğu biliniyor. Aslında her konunun bir kaynak sorunu vardır. Burada kaynak sorun bir kişidir: Recep Tayyip Erdoğan.

AKP’nin fiilen başındaki kişi olan Recep Tayyip Erdoğan, militan İslamcı kimliğini –takiye yapması gerektiğini düşündüğü süreçler dışında- asla terk etmemiş bir fanatik İhvancıdır. Cumhuriyet karşıtı bu kişinin Cumhuriyet’in başına gelmiş olması tarihin bir cilvesidir. Ancak esas sorun, koşulların, bu zatı kapasitesinin üzerindeki serüvenlere ve 75 milyon insanı “esir” almaya yöneltmiş olmasıdır. Şu anda koskoca ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamı bu zatın kişisel tek adamlık heveslerine ipotek edilmiştir. Bu durum, ülke için daraltıcı etki yapmakla kalmayıp her birimiz için inciticidir; alçaltıcıdır. Tarihte daha önce de bir tek adamın kendine bağımlı kıldığı çevresini büyüte büyüte tüm ülkeyi peşinden sürüklediği görülmemiş değildir. Pekala ne yapılacak da, bu dertten kurtulunacaktır?

Ne oluyor?

Baştaki dikta heveslisi kendini yasaların üstünde görüyor. Yargıyı dikkate almadığını örneklerle açıklamanın anlamı yoktur. Her istediğini yapabileceğini sanıyor; çünkü çevresinde ona çıkar ilişkisiyle bağlanmış siyasetçi ve bürokrat görünümlü zevat onun her dediğini duraksamasız yerine getiriyor. “Durun hele, ne oluyoruz?” diyen -kim olursa olsun- ya darbeci, ya vesayetçi, ya paralelci olarak yaftalanıyor.

Aklı başında herkes durumun vahametini fark ediyor, ama elinden şimdilik bir şey gelmiyor. Ülkenin düşük duyarlılıklı, ideolojisiz ve sessiz yarısını temsil ettiğini ileri süren bir adam, bilgi/zenginlik ve vergi üreten dinamik yarısının değerlerini hiçe sayıyor; bu absürd durumun çok da uzun süremeyeceğinin farkına varamıyor. Gidişini bir tür “Amok koşusu”na benzetenler çok. Tayyip Bey, yanına aymaz takımını da almış; ülkeye olabildiğince zarar vererek tükenişine doğru koşuyor. Yandaşlar, her muhalif davranışı Tayyip Bey alerjisine bağlıyorlar; ama onun duruşu, siyasal söylem ve eylemi zaten böyle bir alerjiyi haklı kılıyor. Hukuk ve kural dinlemeyip seçim yasaklarından sonra bir hafta boyu tüm ana kanal televizyonlarında 90 saat süreyle halkının yarısına haykırarak hakaret eden bir “cumhurbaşkanı”na, aşağıladıkları tarafından alerji beslenmez de ne yapılır?

Ne olmalı veya ne olabilir?

Demokrat bir yurtseverin birinci önceliği, ülkesini Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtarmak olmalıdır. Bu kişinin emellerini gerçekleştirmesi, yani kafasına göre bir başkanlık sistemi oluşturup ülkeyi keyfince yönetmeye kalkması hepimizin felaketi olur. Öyle bir Türkiye’de kötülüğün -şimdi de var olan- egemenliği resmen ilan ve tescil edilmiş demektir. Dürüst insanların bulaşmaktan çekinecekleri bir beşeri zihniyet geçerli olacak; haklı ile haksızın popülizmin sakat mantığı ile ölçüye vurulup ayrıştırılacağı, özetle hilesiz yaşayan ve başkasının hakkına da saygı gösteren bir insanın soluk alması zor bir ortam oluşacaktır. Anadolu aydınlanmasının ve Cumhuriyet’in yüzyıllık kazanımlarının yitip gitmesi bir yana, ülkenin bütünüyle göreceği zarar kuşaklar boyu giderilemeyecektir. Çünkü Cumhuriyetin tüm kaleleri yoz ve yetersiz kadrolarca ele geçirilmekle kalmamış, ülkede perişan edilmedik tek kurum kalmamıştır. Belirli bir kesimin dizginlerini ele geçirmiş bir politikacının sınır tanımaz ihtirası bu perspektiflerin toplumca sineye çekilmesini kabul edilebilir kılar mı?

Bu kısa yazı bağlamında siyasal stratejilere, seçim barajı konusuna girmeyeceğim. Ancak şu nokta özellikle vurgulanmalı: AKP, köktendinci dar tabanı hariç, bütünüyle çıkara dayalı bir siyasal örgütlenmedir. Dolayısıyla, nemalanacak kaynak olmadığında dağılmaya veya en azından küçülmeye mahkumdur. Öte yandan, bu partinin yönetici kadrosu ise çok suç işlemiştir ve işlemektedir. Yasalar, o yasaları korumakla yükümlü olanlarca çiğnenmekte ve iktidar işlediği her suçu bir başka suç işleyerek kapatma çabasına girmektedir. Anayasa ihlalleri bir yana, Ortadoğu’da uyguladıkları politikalar nedeniyle uluslararası ceza hukuku süreçlerine sürüklenmeleri de olasıdır.

Böyle bir gidiş çerçevesinde “başkan ve adamları” iktidarı terk etmemek için ellerinden gelen her şeyi, her hileyi, her türlü zorbalığı yapacaklardır. Çünkü iktidardan düştükleri gün hesap vermek zorunda kalacaklarını biliyorlar. Demokratik bir ülkede çok olağan görülmesi gereken bir iktidar değişimi Türkiye’de artık söz konusu olmayacaktır. Çok suç işlenmiş, çok yolsuzluk yapılmış, çok insanın kanına girilmiştir.

İşte bu seçim, böyle bir seçim olacaktır.

*Aydın Cıngı,
Siyaset Bilimci,
acingisdv@gmail.com